Kütahya düşmüştü…
Yunan ordusu, büyük bir hışımla, güçle, hırsla Eskişehir’e gözünü
dikmişti… Kütahya’da yaralanan Mehmetçikler
Eskişehir’e taşınmış, derme çatma binalarda, gaz lambası ışığının
altında ameliyata yatıyorlardı… Birkaç doktor, bir avuç hemşire,
gözyaşlarını saklayarak gencecik kızanları tedavi etmeye
çalışıyorlardı…
Çok ağır yaralıların dışında diğer ameliyatlar bayıltmadan ve ağrı
kesici verilmeden yapılıyordu çünkü elde morfin kalmamıştı!.. O
kahraman çocuklar için ağrı kesici, dişlerinin arasına
sıkıştırdıkları bir bez parçasından ibaretti…
Türk Ordusu, firarlar ve silah yetersizliği nedeniyle Ankara’dan,
Mustafa Kemal Paşa’dan gelen emir doğrultusunda
Sakarya’nın doğusuna çekilme kararı almıştı… Ankara’da ise Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ni Kayseri’ye taşıma kararı tartışılıyordu;
ancak başta Mustafa Kemal, milletvekillerinin ezici çoğunluğu bunu
reddediyordu…
Dudaklarda ünlü “Plevne Marşı” dizeleri
değiştirilmiş şekliyle gözyaşları içinde söyleniyordu:
–Tuna nehri akmam diyor/ Etrafımı yıkmam diyor/ Şanı büyük
Kemal Paşa Ankara’dan çıkmam diyor… Kılıcımı vurdum taşa/ Taş
yarıldı baştan başa/ Askerinle binler yaşa/ Şanı büyük Kemal
Paşa…
Ancak büyük bir sorun vardı, zaman!.. Yunan ordusu Kütahya’dan yola çıkmak üzereydi… Onu yalnızca bir gün, akşam saatlerine kadar geciktirmek gerekiyordu!.. İsmet Paşa kumandanlarıyla birlikte askerlerini topladı. Çok endişeli, çok üzgün görünüyordu… Şöyle seslendi Mehmetçiğe:
-Bir muharebede yenilmek, bir şehri boşaltmak, bir harbi kaybetmek demek değildir. Şu anda buna mecburuz ama yakın gelecekte çok daha güçlü bir şekilde döneceğiz. Geri çekilirken düşmanın elin...