O kadar kahreden “faili meçhuller” neydi?
Hani bir zamanlar “Başbakan Erdoğan”ın da, “Faili meçhuller vardı, bitirdik”dediği.
Hani 12-13 yaşında çocukların da gözaltına alınıp asit kuyularına atıldığı, bir sokakta, köşe başında, bazen evinde, bazen uykusunda, bazen kaçırılarak insanların “kafasına sıkıldığı” zamanlar.
Anadolu’nun her yanına “bayraklı tabutlar” dağılırken, binlerce Kürt aile de en çok bu faili meçhullerin, kayıp evlatların, kayıp hukukun acısını yaşıyordu.
Şimdi onlar adına birileri de, “uyuyan polis, bankamatikteki sivil giymiş silahsız uzman çavuş, karısı ve çocuğu yanındaki binbaşı, hamile karısı ve üç cocuğu yanındaki işçi, hamile eşiyle çarşıya çıkmış astsubay, trafik pususuna çekilmiş trafik polis”ini aynen öyle katlediyor.
Bir acıyı bilen o acıyı sadece kendinde bilemez…
Bir kahpeliğe lanet eden o kahpeliğe sadece kendine vurdu mu lanet okuyamaz…
İnsan olmanın, tüm evlatlara adalet talebinin, hak, hukuk ve insanlık ısrarının yolu; sinsi, kahpe, basbayağı cinayet olan faili meçhulü bazen “faili makul”saymaktan geçmez.
Bu ülke devlet, etnisite, ordu, militarizm, mezhep, sermaye ve “örgüt”vesayetleri altında, bazen hepsine birden rehin düşmüş insanların teslimiyeti üzerinde özgürlük ve adalet ufku göremeyecek.
Aklımızın, vicdanımızın, ruhumuzun, dilimizin özgürleşmesinin bir yolu da işte bu:
Başkasının acısını da kendi acın bilmek.
Kendinden saydığının kahpeliğine, zulmüne, vesayetine karşı da başını kaldırmak!
Umutlarını kirleten, kana boğan kim varsa işte.
“Kafaya sıkmalar” da, bombardımanla sivilleri yok etmeler de.
Hepimiz için geçerli ama işte öyle olmuyor!