“Biz artık şu soruyu soruyoruz, hem de yüksek sesle:
Türkiye enerjisini, refahını, gencecik fidanlarını teröre kurban
etmeseydi, son 25 yılını terörle, çatışmayla, olağanüstü hal ile
faili meçhullerle, boşaltılan köylerle, üzerine ay yıldızlı
bayrağımızın örtüldüğü tabut görüntüleriyle heba etmeseydi bugün
nerede olurdu?
Sorun daha ortaya çıkarken fark edilip gerekli tedbirler alınsaydı,
mesele büyümeden çözüme kavuşturulsaydı, on binlerce insanımız
hayatını kaybetmeden, on binlercesi yaralanmadan, yüz binlercesi
mağdur olmadan bu mesele suhuletle çözülmüş olsaydı Türkiye bugün
nerede olurdu?
Bu soruları çoğaltarak sormanızı istiyorum.
Milletçe sormamızı istiyorum.
Aziz milletimizin bu soruları sormasını istiyorum.
Ne oldu, nerede yanlış yapıldı?
Nerede yanlış politikalar uygulandı?
Nerede yanlış tavırlar sergilendi?
Bizim binlerce yıllık dostluğumuzun, akrabalığımızın,
kardeşliğimizin kopacağına, çökeceğine, çürüyüp bozulabileceğine
kim nasıl inanma cüreti gösterdi de aramıza nifak tohumları ekme
gayretine girdi?
Bu halkı birbirinden ayırmak, birbirine düşman eylemek mümkün
müdür, muhtemel midir?
Kimin haddinedir?
Cumhuriyeti kuran ve ortak değerler etrafında yücelten biz değil
miydik?
Bizim kardeşliğimize kastetmek kimin haddine?
Evlat acısından daha büyük acı yok.
Son 25 yılda Türkiye’nin her yerinde çalan her telefonda nice
annenin yüreği ağzına geldi.
Ellerini telefona uzatırken hasret gidermekle şahadet haberi almak
arasındaki derin uçurumda kalmıştır.
Bunu gittim bir evde yaşadım. Oğlum dün beni aradı, 24 saat sonra
şahadet haberi geldi diyen anada.