İktidarın temel yanlışı veya kendine göre temel doğrusu şu:
Bir şey başkasının elinde tehlikeli olabilir; ama benim elimde
gayet münasiptir!
***
Bunu, tarlaya tohumları elbette bu iktidardan çok önce atmaya
başlayan, ama AKP iktidarı sırasında imece yapan, (açık ve gizli)
gübreyi basan, ilaçlamayı azdıran, epey hasat da alan ve belki de
son bir hesaplaşma için tarladaki tüm hasadı kaldırmaya davranan
“11 yıl Sayın Cemaat-3 yıl Hayın FETÖ” meselesinde söylemek de
mümkün.
Bunun nasıl bir yanılgı olduğunu ve nihayetinde çok yönlü
“demokratik-hukuksal-insani” felaketlere yol açtığını da!
YÖK gibi, RTÜK gibi “darbe kurumları” için de
söyleyebilirsiniz.
TRT veya AA gibi, esasında “kamusal” olan, yani “milletin tümüne
ait” kurumlar darbelerde nasıl tek sesli, tek yönlü
kullanılmışlarsa, yine tek sesli kullanılmasını da.
Medyaya tahakküm, medyanın kontrolü gibi uygulamaları da.
İhale, denetim gibi yollarla, sermayenin kontrolü de. İşçi ve
benzeri örgütlenmeler üzerindeki cendereler de.
***
Bu sorun, Emniyet ve Adalet’in “sahiplik” zaviyesinden görülmesinde
de yatıyordu.
“Bize karşı kullanılmış” Emniyet ve Adalet’e, önce, o gün
“Cemaatçi” denen kadrolarla sahip olmak; sonra onların oraları
“hocaya” mülk yazmasına, “iktidara tuzak kurmasına” karşı, tamamen
“kendimizin” kılmak.
Bunların hiçbiri, otomatik olarak “demokratik hukuk devleti”
manasına gelmiyor.
Millete, hukuka, demokrasiye tuzak kurmuş birilerine karşı,
seçilmiş iktidarın ve Meclis’in mücadelesi ne kadar gerekli ve
doğru ise, o kurumları demokratikleştirmek yerine “kötülerden
temizleyip kendi malımız yapmak” da o kadar yanlış.
Demokrasi, hukuk, kamusal hizmet ve kamunun o kurumları denetimi
bakımından!
Güç temerküzü dibine kadar anti-demokratik bir şey olduğu için!
***
Şimdi sıra “darbecilik” de içeren “militarizm”in patronluk yapısına
gelmiş.
“Darbecilik” yapamasınlar diye alınan kararlar, OHAL gibi, kimi
acil tedbir için zorunlu görünse de, çok sorunlu ve temelde
anti-demokratik bir mekanizmayla, daha baştan “Meclis dışı” ortaya
çıkıyor.
Bırakın kendisini, usulü dahi anti-demokratik.
Topluma, dünyaya, iç ve dış meselelere bakışınız; devlet
örgütlenmesinden anladığınız; diliniz, üslubunuz, propaganda
portföyünüz, otorite-hiyerarşi-komuta-buyruktan anladıklarınız,
“milletin harekete geçiş tarzı” ve bir kısmımızın “hakimiyet
milletindir”den kastı dahi özünde “militarist” ise, en tepedeki
“komutan”ın sivil olup olmaması çok büyük bir şey fark etmiyor.
Öyle ya, nihayetinde o Meclis’te, ders kitaplarında, her köşede
onca yıldır “Hakimiyet Milletindir… Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir” yazıyordu!
Bu sadece “millet adına bazı seçilmişler” diye tercüme
edilemez.
“Millet”in, çoğunluk ya da azınlık, her ferdinin hakkının,
hukukunun, “hakimiyet”inin kabulü anlamına gelir.
İcraatı ancak o sınırlar içinde yapabilmek, gücü temerküz etmemek
manasına gelir.
***
Bu “kanlı ve gözü dönmüş darbe girişimi” Genelkurmay-Kuvvet
komutanlıkları şuna bağlı, buna değil diye olmadı.
Kaldı ki, söylenenlere inanacaksak (bazen zor inanılacak gibi),
“darbenin önlenmesi” onların da sayesinde ve o yüzden ordunun çok
büyük bölümünün katılmayıp karşı çıkmasıyla mümkün olmamış
mıydı!
Yok, buna inanmamak gerekiyorsa, doğrusunu söyleyin… Yahut komuta
kademesini çoktan değiştirmeniz lazımdı.
***
Meselenin özü, “militarizm”in komutasını apoletlilerden alıp
“siviller”e bağlamak değil; bu memleketin aklını, vicdanını,
hukukunu militarist histeri ve hummadan kurtarmaktır.
Bazen asker elinde darbecileşebilen, bazen siviller elinde
faşizanlaşabilen, bazen toplumun çeşitli kesimlerini bir ötekine
karşı nefret, hiddet, şiddetle dolduran “militarizm”in dilini,
elini kolunu bağlamaktır! Mümkünse, parmaklarını da.
Sanıldığı gibi sadece ordu meselesi değil beyler, ağalar,
paşalar…