“Otoriterlik”in esas gücü; muhalif olanları, karşı sesleri susturma, bastırma kabiliyetinden gelmez.
Onların hepsi susmayacaktır zaten.
Sesler de su gibi yolunu bulur.
Fikirler ve vicdan isyanları da.
“Otoriterlik”in gücünün esas talim ve terbiye alanı; kendisi “dün ak dediklerine bugün kara derken”, hemencecik otoriteyle birlikte “dün ak dediklerine bugün kara diyen, dün Beyaz dediklerine bugün kaka diyenler”dir.
Bunların bir bölümü “organik kul”dur, gönüllü köledir…
Bir bölümü ise sonradan suni gübreyle “genetiği bozulmuş kıl” olarak rehin alınarak köleleştirilir.
***
Bir baskı, tehdit rejimine asıl rengini veren, ses çıkaran “ötekiler”e yaptığı baskıdan ziyade, “sesini komutla ve hızla değiştirebilen”lere hakimiyetidir.
Çünkü onlar iç seslerini bile kaybetmiştir.
Onlar kendilerini korumaya çalışmak bir yana, kendilerini çoktan kaybetmişlerdir.
En çok onlar konuşuyor olabilir, ama onların kimseye anlatabilecek doğru, insani, vicdani, tutarlı bir hikayesi yoktur; kalmamıştır.
Sürekli yeni pozisyonları, “yeni doğrular”ı, doğrulamakla uğraştıkları için, önce kendi geçmişlerini, geçmiş sözlerini hızla silmek, karalamak, yerin dibine batırmak zorundadırlar.
Hayattaki en dramatik, en hüzünlü ve aynı zamanda en kokuşmuş süreçlerden biri, kişinin kendisinden de kurtulmak için başkalarına saldırmasıdır.
Çünkü bu bir özeleştiri, utanma, bir bakıma arınma çabası değil… Tam tersine, utanmaz, pişkin, ama aynı zamanda sürekli vicdan huzurlukları, karabasanlar, kâbuslarla dolu bir debelenmedir.
Güç, kudret bunu örtebilir, yine de özü değişmez.