İşte öyle bir şey var, yani çok sık var, görmesek de duymasak da, hiç başımıza gelmese de, var.
Evladının, karının, kocanın, annenin, babanın, arkadaşının, sevgilinin, sevdiğinin DNA’sına sarılmak diye bir şey var.
Bir kemiğine hasret kalmak…
Erimiş bedenlerden hangi külün seninkine ait olduğunu aramak…
Paramparça hayatlardan kalan bir dokuya dokunmak, tekrar dokunmak…
Toprağa, betona yapışmış, havaya, suya karışmış bir zerreden bir cenaze, bir kabir, bir dua çıkarmak var.
***
Evlatları Seyhan’ın bir kemiği olsun bulunsun, bir mezarı, mezarına bir maşrapa suyu, kabri başında bir duası olsun diye beklerken can vermişti Asiye Doğan.
Onun nöbetini de devralan eşi Ramazan Doğan, devlete “Evladımın kemiklerini arıyorum” diye seslene seslene son nefesini verdi.
Memleketlerinden uzakta, yan yana yatıyorlardı ki, gözaltında yok edilmiş 13 yaşındaki Seyhan’ın kemikleri 18 yıl sonra, asit kuyularından, Dargeçit’ten çıktı geldi.
Şöyle diyeyim: Bir ana babanın evladına, onun bir kemiğine bile hasretinin dirisi, ölüsü olmuyor işte.
Çıktılar mezarlarından, memlekete taşınıp vasiyetleri üzerine Seyhan’ın kemiklerinin yanına uzandılar!