“Tam terör” böyle bir şeydi işte.
Tanımadığı, doğrudan düşmanı olmayan, kendisine zarar vermemiş, kendi halinde, silahsız, o gün o anda orada bulunmaları büyük ölçüde rastlantı olan, çoluk çocuk, kadın, genç, yaşlı sivil; dünyanın her köşesinden, Anadolu’nun ve İstanbul’un her yanından, bir ötekinden alışveriş yapan, bir ötekine merhaba diyen, bir ötekine adres tarif eden, bir ötekinin hayatını, tarihini merak eden, bir ötekinin köftesini yiyen, çorbasını içen, otelinde motelinde konaklayan, ortak bir dil bulup sohbet eden insanları kitle halinde hedef almak yani!
“Yayın yasağı” ne terörün esasen bu olduğunu, ne o insanların öldürüldüğünü, ne de kiminin ağır yaralı veya ölmek üzere bulunduğunu, kiminin sakat kalacağını örtebilir.
Şunu da örtemez:
Türkiye’nin, bir “barış ve itidal ülkesi” olabilecekken, iç ve dış savaşa adandığını!
“Yüzbinlerce mülteciye kucak açan insanlık” dışında, uçaklar, TIR’lar, fırlar, İncirlikler, üsler, ABD ve Rus oyunları, bölgesel histeriler, Suriye’nin kanlı ve despot rejimi, kanlı rejim muhalifleri Suudi ve Katarlı ağalar, çözüm umudunun düştüğü hendekler, delik deşik kentler, “Ey Işid, Müslüman’san öyle yapmazsın”lar neticesinde, yazdan ayaza sürüklenişimizi, bahardan kana düşüşümüzü, bayram umutlarından matemlere gömülüşümüzü!
Emniyet “6 canlı bomba daha var” demiş miydi?