Anlaşılıyor ki, Tahir Elçi öyle bir yerde duruyormuş ki, o zaviyeden, o seviyeden vurulmaması imkânsız!
***
Çünkü şöyle:
Bir ayağının altında “kapatılsın” istediği hendekler…
Bir gözünün üstünde “barış olsun” diye seslendiği devlet…
Alnının tam ortasında peşini bırakmadığı “faili meçhul” vakaları ve davaları…
Tam omuzlarının üzerinde “ifade özgürlüğü” nün kırmızıçizgisi, bir artı bir çarpı işareti!
Sesiyle insanlara, örgüte, devlete bir şeyler söylerken, yüreği de hemen orada, kendisinden az önce vurulup ağır yaranmış “dört ayaklı minare”ye sarılmış.
“Dört ayaklı minare” 500 yıldan fazladır ayakta duruyor; etrafında bir hayat ayakta duramıyor.
Sanki kadim tarih sürekli kurban beklermişçesine!
***
“Kurşunlu Cami” kurşunsuz, mermisiz bırakılır mı hiç?
Kubbesi kurşundan, yine 500 yıllık bir ömür, yıl 2015, gövdesi kurşun delikleri, yüreği yangın yeri, göğe duman duman yükseliyor kaç asırlık dualar.
Kendi kendini yıkan ülke, kendi kentini yakanlar, kendi insanını hedef yapanlar, kendi halkını hedef alanlar, toptan düşman belleyip hane hane delik deşik eden“güvenlik.”
***
Kimsenin acısı kimseninkinden farklı değil.
Acı verenler bir ötekine düşman olsa bile, acılar kardeş oluyor.
Aynı toprağa karışıyor gözyaşları; inanç ne olursa olsun, aynı göğe yükseliyor dualar, dil ne olursa olsun aynı havanın suyun içinde ağıtlar.