Artık bir gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Batı bütün yaldızları dökülmüş çirkin suratıyla ortadadır. Batı ve onun ihdas ettiği kurumlar… Başta Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları kurumları, Güvenlik ve İşbirliği Örgütleri, Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu; barış, eşitlik, özgürlük ve adalet için çalıştığını söyleyen, adlarında bu tür koca koca iddiaları sergileyen uluslararası kurumlarıyla Batı uygarlığının görünür yüzleri… Bir şehir yüz binlerce insanıyla katliam yaşıyor ve siz buradan Türkiye’yi nasıl vururuz diye kirli hesaplar içindesiniz, buralardan göç eden insanları sınırlarınızdan içeri sokmamanın yollarını bulma peşindesiniz.
15 yıl önce Halep’te kapalı çarşıya açılan bir meydanda çocuklarla sohbet ediyordum. Türk olduğumuzu duyunca işyerlerinden kaptıkları Galatasaray bayraklarıyla, bazıları formalarıyla etrafımızı sarıp sorular soruyorlar. O yıllarda Avrupa Şampiyonu olan Galatasaray’a gösterilen ilgiyi bazı arkadaşlar merak ediyor olmalı ki sebebini soruyorlar, cevap ‘biz Galatasaray’ı tutuyoruz oluyor.’ Arkasından Türkçeyi nereden öğrendiklerini soran bir arkadaşa ‘Halep’te neredeyse herkesin Türkçe bildiği’ söylenince, ne kadar yakınız fakat ne kadar uzak olanlarımız var diye düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa Halep neredeyse bir Gaziantep’tir, Emeviye Camisiyle Mimar Sinan eserleriyle, sokaklarıyla, türküleriyle o kadar yakındır ki… Şimdi o meydanda, o kapalı çarşıda bugün gençlik çağlarında olan o çocuklar da yok…
Halep’te ölmek
Batı’nın Halep’e uzaklığını, ilgisizliğini anlamak zor olmasa gerek zira onlar toprağın üstünde yaşayanlarla değil altındaki zenginliklerle ilgilenmektedirler fakat Türkiye’nin medeniyetimizin kurucu şehirlerinden en köklüsüne, Halep’e uzak olması düşünülebilir mi? Batı’nın ilgisizliğini anlayabiliriz fakat vahşet karşısında akan kanı durdurma konusunda sessiz kalması nasıl kabul edilebilir? Batı sussa da elbette ki Türkiye ne susabilir, ne de durabilir!