Şiirimizde destan geleneğini yaşatan büyük şairlerimizden Rahmetli Niyazi Yıldırımın ‘Aylardan ağustos, günlerden cuma’ diye başlayan fetih destanı, bize bu toprakların bin yıllık hikâyesindeki ruhu, bütün heyecanıyla anlatır. İlginçtir 1071'in 26 Ağustosunda başlayan, Türklerin Anadolu'daki siyasi hâkimiyeti, Milli Mücadelenin nihayetinde 30 Ağustosta zaferle sonuçlanmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın verdiği 30 Ağustos Resepsiyonu, gazetecilerin politik gündeme dair sorularının gölgesinde bırakılmak istense de, törenin her aşaması zafer ruhunu anlatan mesajlarla doluydu; hem Cumhurbaşkanının konuşması hem de zengin görsel anlatılar, okunan Kelam-ı Kadim bu toprakların bin yıllık destanının manasını tam anlamıyla yansıtmaktaydı. Resepsiyonun gerçekleştiği büyük alanda yıldızların kaybolduğu serin bir Ankara gecesinde bir araya gelen bini aşkın konuk, bu heyecanı, bu görkemli atmosferi paylaşma fırsatı buldu.
Bin yıllık yol
Peki, bu bin yıllık yolu yürüyenler bu topraklarda neler
yaptılar ve sonunda bağımsızlık mücadelesi vererek, 'İstiklal
Harbimizi' yaparak hala bu topraklarda başı dik yaşayan bir millet
oldular.
Öncelikle oryantalistlerin biz Türklere dair ileri sürdükleri şu ön
yargılardan kurtulmak gerekir. Bilindiği gibi anlatıla anlatıla
ezberlenmiş bir yalanı gerçek olarak gören, maalesef Türkiye'nin
batılılaşma ideolojisini üreten eğitim sistemi tarafından
çoğaltılan bu anlayış, Türklerin Anadolu'ya girişini, burada kalıcı
oluşunu 'kılıç hakkıyla' veya ‘savaşçı kimlikleriyle’ açıklama
gayretindedirler. Buradan varılmak istenen yerin Türklerin
medeniyet öncesi toplumsal özelliklere sahip bir halk olduğu ve
bunun da ‘barbarlık’ iddiasına dayanak yapıldığı
biliniyor.
İşin ilginç tarafı, bu tür ezberlenmiş yalanların, batıcı eğitim
sistemi tarafından sistematik olarak işlenerek, zaten batılılaşma
ideolojisi tarafından zihinsel dünyası parçalanmış, kimlik krizi
içinde yaşayan aydınları etkilemesi ve yeniden
üretmesidir.