Her şey yolunda gitseydi yani eskisi gibi gitseydi bu şaşkınlık asla yaşanmayacaktı. Kuralı bozan bunca kontrol edilme çabasına, bunca müdahaleye rağmen zapturapt altına alınamayan toplum ve onun ne yönde ilerleyeceğine dair kestirmelerin yanlış çıkmasıdır.
Batı’nın meseleye yaklaşımı belli varsayımlara dayanmaktadır: Bir; Türkiye kendi kültür coğrafyasından uzaklaştırılıp belli bağımlılık ilişkileri üzerinden Batı’ya bağlı hale getirilirse, kontrolde tutulursa, Ortadoğu’dan Türk dünyasına kadar geniş bir coğrafya üzerinde kurulacak hegemonya için bir engel olmaktan çıkacağı gibi, bu coğrafyalarda yaşayan toplumların uysallaştırılması da kolaylaşmış olur. İki, Türkiye Batı’nın liberal değerlerine bağlı tutulursa, bütün Müslüman halklar için ‘Batılılaşma bir model olarak’ vesayet ilişkilerinin yaygınlaştırılması bakımından başarılı bir örnek olabilir.
Türkiye’nin hamlesi
Burada esas rol içeridekilere düşmektedir. Birinci aşamada Batı’nın kontrolünü sağlamak için, Türkiye’nin Batıcı kadroları önce kendi halklarının kültürünü tasfiye etmeye girişerek işe başlayacaklardır. Halkın hiçbir siyasi değerinin olmadığı bir dönemde yani demokrasi öncesi zaman diliminde, bu politikaların acımasızca uygulandığını bugün hemen hemen herkes kabul etmektedir. Demokratikleşme konusunda atılan ilk adımın, yani çok partili hayata geçişin bir yönüyle ‘zoraki kültür değişmelerini’ imkânsız kıldığı ortadadır, bu durumda yapılacak şey militer ve bürokratik kadrolar vasıtasıyla daha da önemlisi, militarist ideolojinin baskısıyla Batı kontrolünün sağlanmasıdır ki bu ikinci aşamadır.
Üçüncü aşama, askeri darbe ve müdahalelerle iki binli yıllara kadar Batı vesayetinde tutulan Türkiye’ye moda tabirle yeni bir yol haritasının sunulmasıdır: Avrupa Birliği’ne üyelik süreci. Bu bir takvime bağlanmasa da kısım kısım açılan müzakerelerle ‘AB vesayetinde bir demokratikleşme paketinin’ uygulandığının ve bunun ülkeyi sonunda Batılı ‘liberal-demokrat’ bir toplum haline getireceği söylenmiştir.
Bu yol haritasının uygulayıcıları yani siyasi kadrosu kimdir, daha önemlisi toplumsal kadrosunu kimler oluşturmaktadır? Bu politikaların, yol haritasını hazırlayanların düşüncesinde “bu projenin siyasi kadrosu, Batıcı bürokratlar, militarist ideolojinin savunucuları, aydınlar, medya çevreleri, akademik kadrolar ve elbette ki Batı kapitalizmine bağımlı Türkiye sermayesidir.”
Onlar AB gözetiminde kendilerinden beklenen bitmek tükenmek bilmeyen reform adı altında birçok düzenleme yaparak adım adım Türkiye’yi ‘Batı’ya yaklaştırmaya’ çalışacaklardır.
Batı’nın yol haritası
Gerçek hiç de böyle değildir. Batının içerdeki müttefikleri, Türkiye’yi demokrasiye değil, kendi zümresel konumlarını ve dünya görüşlerini otoriter bir anlayışla güçlendirmeye çalıştıkça, ‘elitlerin otoriterizmi’ne karşı toplumun tepkisi yükselmiş bulunmaktadır. Bilhassa iki binli yıllardan itibaren meydana gelen sosyal yapı değişmelerinin yarattığı yeni talepler, ekonomide meydana gelen sıçramalar, Batıcı projenin kalıbı parçalamış “sivilleşme dinamiğiyle beslenen bir demokratikleşme ve ekonomik büyüme dalgası yükselmeye başlamıştır.”