Cemaatleşme sorunu hep dini bir mesele olarak, İslami bir konu olarak ele alındı ve bu yönde tartışmalar bitmiş değil. Konu, İslami bir mesele olarak ele alınınca da ister istemez geleneksel tarikatlara kadar uzanıyor; ‘cemaatlerin’ tarikat olup olmadığı konuşulmaya başlanıyor.
Öncelikle meselenin dini değil, sosyolojik olduğunun altını çizmek gerekir. Elbette geleneksel tarikat yapıları tarihsel olarak ortaya çıkmış farklı dini tecrübeleri ifade eden mistik felsefi akımların örgütlendiği yerlerdir ve içe dönük bir batıni tecrübenin yolu yordamı olarak bilinir. “Tarikatların dayandığı tasavvufi akımların arkasında sadece bir felsefi yorum, bir dünya görüşü yer alamaz, ayni zamanda hayatı anlama ve yaşama biçimi bulunur; öyle ki bu yaşama tarzı tarihsel olarak bir eğitim bir kültür kurumuna dönüşür.”
Neyin cemaati!
Tarikatların tarihsel olarak oynadıkları farklı roller farklı fonksiyonlardan bahsedilebilir, fakat bu yapıların tarımsal toplumların bir örgütlenme biçimi olduğunu, geniş kitlelere uzanan bir ağ oluşturarak sadece köylerde değil kasaba ve kentleri de içine alan, kendi içinde farklılaşan yapılar oluşturduğunu belirtmek gerekir.
İmparatorluk döneminde tarikat örgütlenmesinin çok yaygın olduğunu, bunların ülkenin en ücra köyünden İstanbul’da sarayda oturan padişaha kadar bir manevi dayanışma, eğitim kurumu ve iç tecrübenin sosyal bağlar üzerinden kurulan bir etkileşim ağına dönüştüğü bilinmektedir.