Türk siyasi hayatında 1950'ye kadar devam eden anti-demokratik yapının, ikinci savaştan sonra konjonktürel olarak çok partili siyasete evrilmesi, DP'nin ve Menderes'in yükselişi 'devletlu oligarkların' tepkisine ve şiddetine yol açmıştır. Menderes ve arkadaşlarının 27 Mayıs'tan sonra katledilmesi iki sonuç doğurmuştur: İlki, 27 Mayıs rejiminin kurulması, siyasal sistemin militer ideolojinin hâkimiyetine girmesi; ikincisi, demokrasinin, sandığın sayesinde devlet karşısında insan olmanın farkına varanların beklentileri, ümitleri üzerinde yükselen demokratikleşme süreci.
İşte Süleyman Demirel bu sürecin aktörüdür ve karşısında sadece siyasi rakipleri yoktur, neredeyse bütün devlet vardır. Süleyman Demirel'in dramı burada başlar. O sıkça tekrarladığı 'demokrasilerde kapı çalındığında endişe etmezsiniz, gelen sütçüdür' esprisi tam da gerçeğin vahşetini hatırlatır. Demirel'in zilini çalan hep başkalarıdır, sütçü bir defa gelmez! Rahmetli Nazmiye Hanım'ın hastalığını duyduğumda 'kapı her çaldığında kocamı almaya geldiler' endişesiyle beyninde şoklar yaşadı, 'hanımefendi bu yüzden Alzheimer oldu' diye düşünmüşümdür.
Demirel'in sırrı