Türkiye’nin en önemlik üstelik yeni olmayan sorunlarından biri elit sorunudur. Her toplumda elitler muhtelif sektörlerde kendi fonksiyonlarına uygun konumlara yerleştirilerek bir anlamda ödüllendirilmiş olurlar. Türkiye’deki sorun bu ülkenin egemen elitlerinin fonksiyonlarını yitirmiş olmasına (hatta ters fonksiyon üretmelerine) rağmen bu konumu işgal etmiş ve ediyor olmasıyla ilgilidir. Bu kadro içinde siyasal elitler ve aydınlar ön sırada durmaktadır.
“Daha yakın zamana kadar, çözüm sürecinin nihai bir toplumsal barış yaratmasından korkarak Kandil’e ‘neden vazgeçiyorsunuz, neden mücadele etmiyorsunuz, savaşa devam edin’ diye adeta yalvaran gazeteci-yazar takımı bu elitler, içinde en pespaye olanlar arasındakilerdir. Bunlar içinde İmparatorluk devrinde, asker yahut sivil bürokrat ailelerden gelen, Cumhuriyet döneminde her zaman kendi çaplarından daha önemli pozisyonlarda bulunan insanlara rastlamak şaşırtıcı olmamalıdır.”
Yabancılaşmış kadrolar
Egemen elitlerin toplumsal kökeni ne olursa olsun onların konumunu üreten mekanizmanın devlet ve ideoloji ekseninde yapılandığını unutmamak gerekir. Mesela bu kadro içerisinde paşazade birini görüp, yahu bu adam neden böyle oldu diye şaşırmanın bir anlamı yoktur, çünkü bu kadronun problemi, kendi zümrelerinin demokratik süreçlerin işlemesiyle, tarihsel iktidarlarını kaybetmesi karşısında ortaya koydukları tahammülsüzlüktür.