Bu yıl Davos toplantılarının teması ‘Dördüncü Sanayi Devrimi’ diye belirlenmiş. Dünya ekonomisi başta olmak üzere karşı karşıya bulunulan sorunların tartışıldığı bu platformda, bu sene de iklim değişiminden, teröre, ekonomik büyümeden kriz sorunlarına kadar birçok konunun konuşuldu.
Ana temanın dördüncü sanayi devrimi olması ise ilginçtir. Bilindiği gibi birinci sanayi devrimi nitelemesi makinelere dayalı üretim teknolojisine geçişi ve bunun kullandığı buhar gücüne dayalı enerjiyi ifade etmekteydi. Ünlü Alman sosyolog Hans Frayer’in nitelemesiyle, insanoğlu organik enerjiye dayalı üretimden bir başka aşamaya geçmiş oluyordu. Arkasından petrol ve diğer fosil kaynaklardan elde edilen elektrik enerjisinin üretimde kullanıldığı bir dönem gelecekti.
Sanayi toplumu aşıldı mı?
İlk sanayi devriminin getirdiği makinalı üretimle Fordist üretim
şekli arasındaki fark kullanılan enerjinin buhardan mı,
hidroelektrik santrallarından veya nükleer santrallardan elde
edildiğine bakılmaksızın kitlesel üretim olduğu dikkate alınırsa
bir mahiyet farkı olmadığı görülecektir. Yani birinci ve ikinci
sanayi devrimi diye yapılan ayrımlar, sanayi üretiminin
gelişmesinin farklı süreçlerine verilen isimlerden ibaret
kalmaktadır. 1980’lerden sonra Post-Fordist üretim tarzının ikinci
sanayi devriminin göstergesi olduğu iddia edildiği gibi,
sanayi-ötesi toplumun emaresi olarak da değerlendirilmiştir.
Kısaca, Jeremy Rıfkın’ın iddia ettiği ‘tarihteki büyük ekonomik
devrimlerin, yeni iletişim teknolojilerinin, yeni enerji
sistemleriyle birleştiği durumlarda ortaya çıktığı’ tezi gerçekten
bu tarihsel dönüşümleri açıklamak konusunda yeterli değildir. Çünkü
iletişim teknolojileri önemli olduğu kadar üretim teknolojilerinin
bizatihi kendisi kullandığı enerji kaynağı da dâhil olmak üzere
birlikte düşünülmelidir. “Ayrıca üretim sürecinin nasıl
örgütlendiği kullandığı enerji kaynağının yanı sıra, üretim girdisi
olarak emeğin niteliği ve sürecin yönetimi elbette ki daha
mühimdir.”
Bu açıdan bilgi teknolojilerine dayanan yönetim sisteminin,
endüstriyel üretim sisteminde yapısal bir değişime yol açtığını
söyleyebiliriz ki, Alvin Toffler’ın bu süreci sanayi çağından
ayırmak için ‘Üçüncü Dalga’ diye nitelemesi daha gerçekçi
sayılabilir. Kapitalist toplumların insanın tabiatla kurduğu
ilişkiyi gerçekleştiren teknolojiler ve insanların birbirleriyle
kurduğu ilişkiyi düzenleyen üretim süreçleriyle yönetim tarzları
arasındaki kurumsal düzeni değiştirmeden, bazı sınıflandırmalar
yaparak yeni bazı kavramlar etrafında ekonomideki değişimi açıklama
çabaları yeni değildir.