Türkiye’nin yerleşik düzenine, bunun paydaşlarını oluşturan unsurlara göre her şey yanlış yapılmaktadır. Onlara göre ‘Türkiye Batı kontrolünden çıkarak ayakta duramaz. Bir Ortadoğu ülkesi gibi davranamaz, çünkü yaklaşık iki yüz yıldır yönümüzü Batı’ya çevirmişizdir ve bu bizi çağdaşlaştırmaktadır, hiçbir kuvvet bizi yolumuzdan alıkoyamaz’. Bu beylik tekerlemeye benzer lafları çok duyarsınız, üstelik bunu söyleyenler arasında sosyalist olduğunu iddia edenler kadar, liberal, muhafazakâr hatta ulusalcı olduğunu söyleyenlere de rastlanmaktadır.
Sömürge ülkelerde Batı karşısında duyulan aşağılık duygusunu belli ölçülerde anlamak mümkündür. Çünkü resmi tarih görüşüne, ilk mektepten başlayarak anlatılanlara, çocukların bilinçaltına yerleştirmek üzere kurgulanmış düşünce yapısına göre ‘Batı moderndir, geride kalanlar bırakınız modern olmayı, henüz medeni bile değillerdir’.
Batı vesayeti
“İslam ülkelerinin yüz yılı aşan bir süredir karşı karşıya
olduğu temel sorun; kendi aydınlanmalarını yaratamamış bir aydın
zümresinin ‘Batıcılık adı altında sömürgeciliği içselleştirmiş bir
zihniyet’ dünyasıyla kendi halklarına karşı tavır almış
olmalarıdır.” İslam coğrafyasında Batı’yla vesayet ilişkisinin
bozulmasına dönük atılan her adıma karşı ilk tepki ve saldırı
onlardan gelmektedir.
Bir zamanlar Mısır’la ilgili haberler aktarılırken kaynak olarak
adı sıkça anılan ‘Yarı resmi El Ahram gazetesi’ bu ülkedeki BAAS
rejiminin yayın organıydı ve ‘kendi halkına karşı yapılan
operasyonları reform ya da ileri düzenlemeler’ olarak anlatırdı.
Türkiye dâhil bütün İslam coğrafyasında kendi halkına savaş açmış,
halkının kültürünü tasfiye etmeye çalışan her ülkede en azından bir
El Ahram gazetesi ve onun başyazarlarına benzer Hasan Heykeller
bulunmaktaydı. Onlar kendi halklarına şu telkini yapmaktadırlar:
‘Sizin hayat tarzınızın, geleneklerinizin, inancınızın kısaca
varlığınızın hiçbir önemi yoktur, bunları zorla da olsa
değiştirerek Batı’dan aldıklarımızla sizi medenileştireceğiz; çünkü
siz medeni değilsiniz.’
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul Zirvesi’nin ardından bazı
gazete ve yayın organlarında yazılanlara bakınca, Batı’yla kurulan
vesayet ilişkisinin, doğrudan sömürgecilik yaşamamış olan bu ülkede
sebep olduğu travmatik neticelerinin resmi ideolojisiyle beslenmiş
aydınlar üzerinde nasıl bir tahribat yaptığını görmek mümkün
olmaktadır. Bunlardan kimisi ‘Batı’dan ne kadar koptuk’ kimisi
‘çağdaşlık treni kaçıyor’ diye feryat ederken, bazıları da ‘Batı
vesayetinden çıkarsanız ‘köle kalmaya mahkûm olursunuz’ diye
tehditkâr uyarılarda(!) bulunmaktadırlar.