Terörün mahiyetini kavramadan bir siyaset önerilemeyeceğini gösteren en önemli örnek muhalefet adına konuşanların tutumudur. Hala bayağı bir polemik edasıyla iktidarı suçlamak, laf sokuşturmaya çalışmak milletimize karşı yapılan bu saldırıyı, işlenen cinayetleri buna vesile olarak göstermek ahlaki bir tavır değildir.
Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu saldırılar, sadece bir terör
örgütünün işlediği cinayetlerden ibaret değildir. Bu saldırıların
arkasındaki ‘planlayıcı güç merkezleri’ yüz yıl sonra bu coğrafyayı
yeniden şekillendirmek için hareket eden, zaman zaman birbirleriyle
rekabet eden, çatışan unsurlardan oluşmaktadır. Terör örgütünün
rolü, Türkiye’yi bu yeniden şekillenme sürecinde etkisiz kılmak
hatta saf dışı bırakarak edilgen bir konuma sokmaktır.
“İran, ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden sonra ortaya çıkan kaostan
en çok beslenen ülkedir ve işgal sonrası dönemde Irak coğrafyasını
hâkimiyet alanı haline getiren bir stratejiyi uygulamaktadır. Bu
strateji, Irak’ın tamamını, Suriye’yi Arap coğrafyasındaki diğer
Şii bölgeleri esas alan ve buradan genişleyerek Yemen’e kadar
uzanan bir ‘hâkimiyet sahası’ peşindedir.”
Türkiye’nin gücü
Tarihsel olarak bu topraklarda, İran’ın geçmişte de farklı
bağlamlarda ulaşmak isteği bu emellere set çeken bir ülke olarak
Türkiye, hâlâ bu stratejinin önündeki en büyük engel olarak
görülmektedir. Türkiye engelinin aşılması için, Suriye-PKK-İran
ekseninde zaafa uğratılması hatta bütünüyle tarihsel misyonunu
kaybetmesi, etkisiz bir konuma mahkûm edilmesi
istenmektedir.
Türkiye’nin gücü, birincisi, ülkemizin emperyal tecrübesi;
ikincisi, bütün bu coğrafyada modern ekonomik ilişkilerle dünya
ekonomisine entegre olacak dinamizmi; üçüncüsü ise, bölgenin yegâne
demokrasi tecrübesine sahip ülkesi olması gibi vasıflardan
gelmektedir. Bu durum, ülkeyi İran gibi kapalı bir rejimin,
terörden başka bir yöntemi olmayan karanlık yapıların saldırılarına
karşı uzun vadede dayanıklı kılan özeliklerdir.