Ergenekon davasıyla ilgili gelişmeler açık, yargı süreci işin
başından itibaren delil toplanmasından başlayarak zaten üzerinde
yeterince konuşulmuş bulunan, kumpas yoluyla meselenin
karartıldığına yönelik bir tabloya işaret etmektedir. Bu işin
bilinen ve görünen tarafıdır.
İşin aslı nedir? Öyle anlaşılmaktadır ki; Gladyo/Ergenekon
örgütlenmesi Türkiye’nin uluslararası sistemdeki yeriyle bağlantılı
bir olaydır ve bu yerin yani belli bir bağımlılık ilişkisinin
değiştirilmesine dönük bir eğilim görüldüğünde ya da bu ilişki
çerçevesinde Türkiye’den istenenler karşılanmadığında bu yapı
harekete geçmeye hazırdır.
Uluslararası sistemde ülkeler arasındaki ilişkilerin
sürdürülmesinde her bir ülkenin kendi oyun planlarının bulunduğu
bir gerçektir, elbette ki sistem içinde etkin konumda bulunanların
alternatif oyunları devreye sokma gücünün daha fazla olmasından
bahsetmek gerçekçi olacaktır. Dolayısıyla Soğuk Savaş siyasetinin
NATO üyesi ülkelerde belli bir etkinlik sağlamak üzere, kurumsal
ilişkilerin dışında belli bir yer altı şebekesinin oluşturulmuş
olmasını görmezden gelmek yok saymak, bu örgütün yapacağı
operasyonlara karşı hazırlıksız olmak anlamına gelecektir.
Kimin örgütü?
Türkiye’nin uzun süre bu meseleye müdahale etmeyi dahi düşünememiş
olması, İtalya’da, İspanya’da ortaya çıkan Gladyo ile mücadele
sürecinde ortaya dökülen birçok bilgi ve belgeye rağmen gerçeği
görmezden gelmesi, bu yapının yerleşik düzenin içinde sağlam bir
yeri olduğunu gösterdiği kadar anti-demokratik yapılanmaların,
militarist ideolojinin toplumun birçok etkili tabakası tarafından
olayı anlayışla karşılayacak bir şekilde benimsetilmiş olmasıyla
alakalıdır.
“Mesela yakın zamana kadar hiçbir seçilmiş hükümet bu yapılanmayı
gündemine alıp ne olduğuna dair bir soru dahi soramamıştır, çünkü
bu örgütün askeri yapı içinde daha çok da darbeleri müdahaleleri
yapan bir merkez olduğu kanaati yaygındır ve burayla ilgilenecek
cesaret göstermek sivil siyasetçilerin bir zamanlar görev
alanlarının dışında kalmaktadır.”
Diğer taraftan bu örgütlenmenin kullandığı dilin, bilhassa müdahale
süreçlerinde yayınladıkları muhtıra veya genç subayların
rahatsızlıklarını yansıtan ifadelerinde, sağ partilere ve onların
iktidarlarına dönük ortaya konan söylemin ‘devrimcilik’
’bağımsızlık’ ’ilericilik’ gibi vurguları, benim ‘Türk BAAS’çıları’
dediğim Milli Demokratik Devrim veya muhtelif sol olma iddiasını
güden grupların desteğini almasını kolaylaştırmış, dolayısıyla
ülkede geniş bir yarı resmi sol aydın, gençlik, sendikacı vb.
çevrelerde geniş taraftar bulmasına sebep olmuştur.
Çıkış yok mu?
Öte yandan bu yapılanmanın Soğuk Savaş döneminde anti-komünist
mücadele için oluşturulduğu söylenerek, bu yapı içinde yer aldığı
medyaya sızdırılan bazı sağcı kimlikli isimler üzerinden sağ
politik kesimlerin, bu örgütün karanlık eylemlerine destek
sağlanması amaçlanmıştır ve bunda da oldukça mesafe
katedilmiştir.
Ergenekon yapısının sağ/sol demeden bütün siyasal alanları
etkileyecek bir örgütlenmeyi gerçekleştirmiş olması, bilhassa
dışarıdan gelen talepleri karşılamakta ayak sürüyen seçilmiş
iktidarlara karşı harekete geçilmekte veya ülkenin çıkarlarıyla
‘Dünya Sistemi’nin çıkarları çelişkiye girdiği zamanlarda siyaseti
istikrarsızlaştıracak eylemlerin arka arkaya yükselmesi işten
sayılmamaktadır. Kıbrıs ambargosunun arkasından bütün ülkeyi sarsan
sağ-sol çatışması diye ifade edilen süreci bu bağlamda düşünmek
gerekir ki arkasından 12 Eylül darbesi gelecektir.
“Ergenekon operasyonları başladığında ‘Türkiye kendi Gladyosunu
temizlemeye girişti’ diye sevinmeye başlayanların, bizlerin hayal
kırıklıkları bir tarafa, ülkenin önünün bu yapının bir başka unsuru
tarafından kesildiğini görememiş olması da önemlidir.” Paralel
yapının, bu operasyonlarla hukuku katlederek sadece Gladyo’nun
çeşitli ‘cuntalarını’ saklamakla kalmayıp doğrudan ordudan
rahatsızlık duyanların kapsamlı saldırısının da aracı olduğu
anlaşılmaktadır. Demek ki daha yapılacak çok iş vardır.