Önceki analizimde bahsettiğim sosyal psikolojik izahın, tarihsel sosyolojik bir temele uzandığını, bu anlaşılmadan yapılacak değerlendirmelerin eksik kalacağını hatırlatmak isterim.
Erdoğan düşmanlığının oluştuğu zeminin katmanlarına baktığımızda
hem ideolojik düzeyde hem toplumsal zümreler veya cemaat temelinde,
hem de kurumsal düzeyde bütünleşmiş; aynı söylemi üreten, geçmişte
ondan iktidar elde etmiş, şimdi de bu iktidarı kaybetme endişesi
taşıyan ya da yeniden üretmek arzusuyla hareket eden, bunu isteyen
bir sosyolojiyle karşılaşırız.
Türkiye’de siyasetin sosyolojisini analiz eden üç önemli
yaklaşımdan bahsedilebilir: İlki, adı Şerif Mardin’le anılan
‘merkez- çevre’ yaklaşımıdır. Kısaca hatırlatmak gerekirse; merkezi
temsil eden unsurlar politik ve ekonomik iktidarı elinde bulunduran
politik güçlerden oluşurken, çevre bu iktidar alanının sadece
dışında kalanlardan değil aynı zamanda dışlanmış olanların da
toplandığı geniş gruplardan meydana gelmektedir.
Topluma karşı siyaset
İkinci yaklaşım, klasik Marksist kavramlara dayanarak yapılan
sınıfsal analizlerdir. Sınıfların oluşum sancılarını henüz yaşayan,
sanayileşmeye ancak yaklaşık yüz yıl sonra ilerleyen tarımsal/köylü
toplumun kapalı cemaat yapılarına dayanan toplumsal dönüşüm
süreçlerinin siyasete yansımalarını bu kavramlarla ele almak
oldukça yetersiz kalacaktır. Ayrıca sınıflaşma dinamiğinin bu
aşamada farklılaştığını, şematik sınıf anlayışının ötesinde çoğul
bir nitelik kazandığını ve bunu daha sonra bahsedeceğim orta
sınıflaşma bağlamında açıklamak istiyorum. Üçüncüsü, benimde büyük
ölçüde katıldığım ‘siyasal merkez-toplumsal merkez’ ayrımına
dayanan, bu diyalektik üzerinde kurulan sivil taleplerin diliyle,
siyasal merkezin dili ve iktidarı arasındaki karşıtlığa dönüşen
mücadeleyi anlama çabasını içeren yaklaşımdır. “Siyasal merkez için
devlet, hem bir araç hem de amaçtır. Toplumsal merkez ise
tarihselliğe, geleneksel kurumlara, politik toplumun dışında kalan
sivil örgütlenmelere ve elbette halkın inançlarına ve kültürüne
dayanmaktadır. Siyasal merkezin bürokratik/militer siyasal
kadroları ve onların yönetimindeki otoriter devlet rejimiyle,
halkın dayandığı kültürü zorla değiştirmeye kalkması, sosyolojik
olarak, ‘toplumsal merkezle’ arasındaki çelişkiyi derinleştirerek,
ülkede bir ‘demokrasi açığına’ sebebiyet vermiştir.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açığı demokratikleşme süreçleriyle
kapatacak reformların siyasal temsilcisi olduğu için Türk siyasal
hayatında saldırıların boy hedefi haline gelmektedir. Bu sebepsiz
değildir ve bu sebepler toplumsal merkezin yükselmesi karşısında,
siyasal merkezi oluşturan zümresel kadroların siyasal iktidarının
hem ideolojik olarak hem de kurumsal hâkimiyet yapısı bakımından
hızla çökmeye başlaması ve tasfiye sürecine girmesiyle
ilgilidir.