16 Nisan Pazar günü yapılacak referandumun nasıl bir ‘tarihsel dönüm noktasını’ olduğunu anlamak için Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde halk oylamalarının oynadığı role, çözdüğü sorunlara da bakmak gerekmez mi?
Referandumlarla ilerleyen bir ülkeyiz… Yakın tarihimize bakıldığında bunu açık bir şekilde görmek mümkündür.“Demokratikleşmeye karşı bu kadar dirençli bir siyasal düzenin değiştirilmesi için adım adım doğrudan halk desteğine dayanan reformlar yapmak gerekmektedir ve referandumlar bu aşamalarda büyük bir ivme yaratırlar.”2007 Referandumu, 61 Anayasası’nın militarist düzeninde halka karşı bürokrasinin kendisi için ebedi olarak koruma altına aldığı Cumhurbaşkanlığı müessesini, bürokratik tahakküm geleneğinin ‘bir numaralı mevziinin’ elinden alarak doğrudan halkın seçimiyle gerçek sahiplerine geçmesini sağlamıştır. Bir başka ifadeyle sadece 367 krizi çözülmemiş, halka karşı devlet iktidarını ele geçiren bir iktidar zümresinin önemli kurumlarından biri milli iradeye geçmiştir.
2010 Referandumu’nda devlet düzeninde yine 27 Mayıs Anayasası’yla tahkim edilmiş bulunan Meclis’in ve seçilmiş hükümetlerin üzerinde bürokratik iktidar elitinin tahakküm aracı olarak konumlanan MGK’nın değiştirilmesi başta olmak üzere birçok yapısal reformun önünü açılmıştır. Yapılan diğer değişiklikler yanında MGK’da yapılanın büyük bir reform olduğunun anlamak için o MGK toplantılarında daha önce yaşananları hatırlamak yeterli olabilir.
Değişimi devlette başlatmak
Seçilmiş hükümetlerin başbakanı ve bakanlarının katıldıkları MGK toplantılarında nelerle karşılaşacaklarını bilmedikleri, gündemi militer unsurların kendi iradelerine göre şekillendirip, belirledikleri, atanmış bürokratların aldıkları kararları başbakanlara dikte ettirdikleri, imzalamaya zorladıkları günleri düşününce, böyle bir yönetim yapısında Meclis’in hükmünün ne olduğu sorusu akla gelecektir.