Türkiye terörden o kadar çok acı çekmiştir ki ‘çözüm sürecine’ büyük ümitler bağladıktan sonra örgüt çevrelerinden ‘silahları bırakmak yok’, ‘yeniden silahlı mücadeleye dönüyoruz’ türünden yapılan açıklamalara rağmen 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nde Türkiye Partisi olma iddiasına büyük bir prim vererek bu partinin dahi beklemediği oranda bir oy almasını sağladı.
Bu ülkenin insanları saflıklarından değil siyasetin terörün gücünü yenebileceğini düşündükleri, en azından bu ümidi taşıdıkları için böyle davrandıklarını söyleyebiliriz. Partinin, örgütün şiddeti sadece yaygınlaştırarak değil aynı zamanda süreklileştirerek oluşturduğu şiddet kültürünün içinde ‘çaresizlik sendromunu yaşayan’ bir kitleden ve daha dar olsa da dayandığı bir tabandan bahsedilmektedir. 7 Haziran’da aldığı oy oranı ‘çözüm sürecinin’ortaya çıkarttığı normalleşmenin mümkün olduğu kanaatine verilen bir destek niteliğindedir.
Şiddeti kutsayanlar
Peki, ne olmuştur da 7 Haziran sonrası ‘devrimci şiddet yoluna’ dönülmüş, normalleşme ve toplumsal barış umudu, şiddetin en vahşi görüntülerine, kasabaların, şehirlerin sokaklarında hendek savaşlarına, çukurlarına gömülmüştü. ‘Devrimci şiddet’, ‘devrimci halk savaşı’ gibi kavramları, travmatik şiddet sarmalı içinde yaşayan hastalıklı tipler kullanınca, medyatik çevreler bunları kullanmanın ‘dayanılmaz salaklığına’ kapılınca genellikle görmezden gelinirler. Bu tür terimlerin itirazsız eleştirisiz kullanımının kaynaklarından biri; yaygın cehalet, diğeri örgütlerin diline söylemine karşı bir söylem üretmekte yetersizlik yaşanması, diğeri daha önemli bulduğum sebebi ise; demokrasi kültürünün zayıflığı ‘demokrasiden’ sadece bir sözcük olarak bahsedip, onun bilincine uzak olan bir zihniyet durumudur.