Bir toplumda aydınlar siyasetçilerin önünde gitmiyorlarsa, siyasetçileri etkileyecek bir topluluk olarak davranmıyorlarsa yani ortaya koydukları fikirlerle, ileriye sürdükleri tartışma konularıyla siyasetçileri ve elbette ki kamuoyunu belirleyecek, en azından tartıştıracak konumda değillerse orada sorun vardır. Bir zamanlar popüler haftalık bir derginin kapağında dönemin güçlü lideri rahmetli Cumhurbaşkanı Özal’ın fotoğrafı yer alırken, kolunun altında taşıdığı iki fikir dergisinin NPQ ve Türkiye Günlüğü’nün kapaklarının görünmesine özen gösterilmiş, Özal’ın fikir hareketlerine duyduğu ilgiye böylece dikkat çekilmek istenmişti.
Özal gibi o zamanlar popülaritesinin doruğunda olan bir siyasetçinin takip ettiği fikir adamları mı vardı? Evet, Özal’ın, Demirel’in sık sık davet edip dinlediği fikir adamları vardı ve üstelik bunların çoğu kendilerini destekleyen insanlar da değildiler.
Bunun sebebini siyasi liderlerin özellikleriyle açıklamak doğru değil en azından yetersiz olacaktır. Esas sebep; bir zamanlar Türkiye’nin fikir adamlarının, aydınlarının siyasetçinin önünde, onun ilerisinde fikirler taşıması, savunması ve tartışmasıdır. Siyasetçinin söylemine angaje veya simetrik bir biçimde karşıt siyasi zemine hapsolmuş anlayıştaki ‘aydınların’ fikrini zaten kim merak eder.
Türkiye’de aydınlar var mı?
Bu söylediklerime şöyle bir itiraz gelebilir: Siyasetçiler birçok akademisyenle çalışıp onlardan danışmanlık hizmeti almaktadır, bu neden bir aydın işlevi sayılmıyor ki? Burada profesyonel destek alınmasından bahsedilmediği, zaten siyasetçilerle çalışanların talebe göre hizmet ürettikleri düşünülürse, kastedilenin bu olmadığı anlaşılacaktır.
“Bizim akademyamız eskiden bu yana ‘aydın olma vasfından’ çok teknisyen konumda kalmıştır. Bu bakımdan zaman zaman akademik çevrelerden gelen çok önemli düşünce adamları çıkmış olsa da bir ‘epistemik topluluk’ olarak varlıklarından çok bireysel kimlikleriyle tezahür etmiş, sınırlı sayıda akademik entelektüelin varlığından bahsetmek daha doğrudur. Bu bakımdan onlardan alınan hizmetin aydın kategorisinde bir işlevinin olmasından bahsedilemez.”
Bir zamanlar rahmetli Attila İlhan’ın yönettiği haftalık bir dergi/gazetenin tanıtım kampanyasında kullandığı oldukça iddialı bir söz vardı: “Türkiye’de aydınlar vardır.” 12 Eylül sonrası bu sloganla yola çıkan, bu yayının askeri bir darbenin meydana getirdiği psikolojik ve sosyal tahribatı ortadan kaldırmak, faşizan askeri cuntanın yok etmeye çalıştığı fikir hayatını yeniden canlandırmak gibi meydan okuyucu çağrışımlar yarattığını hatırlıyorum.
Nerede bu aydınlar?
12 Eylül sonrası solda ve sağda yeni arayışlar, yeni fikirlerin ortaya çıktığı çeşitli dergiler gazeteler yayımlandı ve bir anlamda demokrasi merkezli yeni fikri tartışmaları hızla genişlemeye başladı.
Gerçekten de aydınlar o yıllarda gündemi belirleyecek tartışmalar yapmışlar, yeni kavramlar yeni yaklaşımlarla o zamana kadar bu meselelere ilgi duymayan televizyonlar bile giderek popüler haberlerinin, magazin programlarının arasına bir de bu tür tartışma programlarını eklemek durumunda kalmışlardır.