Siyasetin sorduğu sorular, ortaya koyduğu denklem nasıl çözülür, kimler tarafından çözülür? Türkiye seçime giderken aslında birçok kimsenin cevabını aradığı veya vermeye çalıştığı bu soru, birçok faktöre bağlı olarak, elbette ki birçok yaklaşıma dayanarak açıklanabilir.
Türkiye’nin büyük sermayesinin, merkez medya denilen aslında
büyük sermaye gruplarıyla ideolojik, kurumsal, simbiyotik
ilişkileri bulunan kitle-iletişim ortamının ve bunların tarihsel
müttefiki olan bürokratik oligarkların oluşturduğu “siyasal
yapının” şifresi kırıldıktan sonra (AK Parti reformları) bu
denklemin çözümünün imkânlarının bütünüyle demokrasinin içinde
bulunduğunu söyleyebiliriz. Siyasal sürecin sorduğu soruları
basitçe şöyle ifade edilebilir: Devletle toplum arsındaki ilişkiler
nasıl belirlenmektedir; devleti kim yönetecektir; yönetmeye talip
olan siyasi gruplar arasındaki rekabeti, mücadeleyi belirleyen
faktörler nelerdir, siyasi grupların, partilerin toplumla kurduğu
bağlar, münasebetler neticeyi nasıl etkiler?
Türk siyasal hayatında İmparatorluktan günümüze iki siyasal güç
merkezinin diyalektik ilişkisinin bulunduğunu söylemek mümkündür.
Bunlardan biri, devletin içinde örgütlenmiş gücünü işlevlerinden
devşirmeye çalışan ( fırsat buldukça bunu aşırıya götürmeye yani
devletin gücünü bizzat kullanmaya eğilimi taşıyan) gruplar,
diğerini ise başta Sultan olmak üzere, çeşitli düzeylerdeki üretici
zümreler oluşturmaktadır. Bu üretici unsurlar içerisinde, hukuktan,
inanç öğretisine, eğitime, dünya görüşüne kadar uzanan sivil
manevi/kültürel üretim bulunduğu gibi, ticaretten, zanaat ve tarıma
kadar uzanan maddi üretimde bulunan gruplar yer almaktadır.
İmparatorluğun klasik toplumsal/siyasal dengeleri bozulduktan
sonra, politik güç merkezinin devlet içindeki unsurların kontrolüne
geçmeye başladığı bilinmektedir. Batılılaşma ideolojisinin, bu
geçiş sürecinde önemli bir araç haline geldiğini söylemeliyiz.