Terör olaylarının tırmanmasında olduğu kadar uzun bir süreye yayılarak devam etmesinde birçok yanlıştan bahsedilebilir. Devletin etnik terör ve etno-faşizmin uyguladığı stratejiyi boşa çıkaracak daha üstün bir strateji uygulayamadığı, siyaset geliştirmede yetersiz kalındığı öne sürülebilir fakat burada terörün dilinin rolünü küçümsemek veya görmemek büyük bir hata olacaktır.
Terörün dilinden bahsederken üzerinde durulması gereken ilk husus; örgütün kendi eylemlerini dayandırdığı genel savunma stratejisinin dayandığı retoriktir. Bunu oluşturan söylem analiz edildiğinde kabaca ‘her etnik topluluğun bir devleti olması gerekir gibi etno-faşizan’ bir siyaset anlayışıyla karşılaşmak kaçınılmaz olmaktadır. Bu devletleşme stratejisini Lenin-Stalin çizgisinden yarım yamalak devşirdikleri kaba bir öncü-önder teorisine dayandırmaktadırlar.
Terörün zehirli dili
Buna göre ortada devlet talep eden bir halk bulunmasa da (çünkü halk cahil, kendisinin ve çıkarlarının farkında değildir bu sebeple halkın çıkarlarının bilincine sahip olan önder ve öncü kadrolar bu işi üstlenmiş bulunmaktadır) bu yönde mücadele eden öncülerin bunu gerçekleştirmek üzere silahlı mücadeleye girişmesi cinayet işleyip, katliam yapması bu hedefe ulaşmak için tek çıkar yoldur. Örgüt bunu yaparken örgütün muhtelif bileşenleri de aynı hedefe ulaşmak üzere üstlerine düşen görevi yapmak durumundadırlar. Temel görevleri ise örgütün stratejisine uygun işbölümüne göre verilen işi yapmaktır ki, bu onların ister parti ister sivil toplum kuruluşu olsun, hiçbirinin kendi başına bir kimliğinin, bağımsız davranmak gibi bir kişiliğinin olmaması anlamına gelmektedir.