Türkiye'nin IŞİD ve PKK/PYD terör örgütleri üzerinden kendisine kurulan tuzağa mutlaka bir cevap vereceğini yazmıştık; bunun nasıl olacağı ise zaman içinde ortaya çıkacak ve iyice anlaşılacaktı. Kimsenin Türkiye'nin teröre teslim olacağını, şu veya bu terör örgütünden birini diğerine tercih edeceğini düşünmemesi gerekirdi, fakat böyle bir propaganda yapılıyordu ve buna inanılsın isteniyordu.
'Çözüm Süreci değerlidir, bunun bitirilmemesi lazımdır, Cumhurbaşkanı Erdoğan sert bir tavır takınarak sürece zarar veriyor' türünden akılları sıra hem eleştiri yaptıklarını, hem de sürece sahip çıktıklarını gösterdiklerini sananların anlamadığı şey, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sürecin mimarı olmasına rağmen ortaya koyduğu tavırdır. Cumhurbaşkanı, süreci başlatırken de kamuoyuna yaptığı açıklamada çözüm sürecini, toplumsal barışı inşa edecek bir adım olarak nitelemiş, terörün ortadan kalkmasının neticesi olarak, Güneydoğu başta olmak üzere bütün ülkede huzurun hâkim olmasının hedeflendiğini duyurmuştu.
Kamu düzeni sağlanmadan asla
Türkiye son on yılı aşkın sürede yaptığı demokratik reformlarla, teröre karşı verdiği mücadeleyle ve 2013 yılındaki bölge konjonktüründe, çözüm sürecini uygulamaya koyarken, örgüt buna mecbur bırakılmış, silahlara veda edeceğini deklare etmişti. "Yaklaşık iki yıl içinde çatışmaların durması, bölge halkının örgütün baskısından kurtulup gündelik hayatının normalleşmesinden sonra, Irak ve özellikle Suriye'de yaşanan olaylar, başta Batılı servislerin gayretleri ve İran'ın bölge siyaseti Kandil'deki cinayet örgütünün çözüm sürecine karşı yeniden teröre dayalı bir siyaseti ön plana çıkartmasına yol açtığı biliniyor".
Aslında Kandil’de PKK tek bir örgüt görünse de bir İran, bir Suriye, bir İsrail, bir de Batılı servislerin kontrolünde bulunan bir koalisyondan söz edilmektedir. Bugün bu yapı Türkiye'nin toplumsal barışı kurma projesine karşı harekete geçmede anlaşmış görünmektedirler.