Ulus devletlerin ve milliyetçiliklerin devrini doldurduğunu, ‘ulus üstü’ siyasi varlıkların yükselişe geçtiğini yazıp söyleyenlerin sözleri henüz ortadayken, şimdilerde milliyetçiliğin yükselmesinden bahsedilmektedir. Yeryüzünün sistematik bakımdan kendi içinde en tutarlı doktrinlerinden biri olan Marksizmin çökmesine, ‘ideolojilerin sonu’ ilan edilmiş olmasına rağmen, milliyetçiliğin yeni bir formda yükselmesine ne demeli!
Bilhassa Türkiye gibi ülkelerde, Batı dışı ülkelerin Batıcı aydınların kendi kimliklerinden ve kültürlerinden bir çeşit gönüllü sömürgecilik ideolojisi olan batıcılık üzerinden, aşağılık duygusu içinde kıvrandıkları bir zamanda, ulus devletlerin bitmesini Batı’yla bütünleşme arzularını gerçekleştirme yönünde nasıl bir fırsat oluşturduğunu anlamak zor değildir. Onların moralini bozan iki şey önemlidir; biri, içerde demokrasinin güçlenmesi; diğeri ise, dışarda Avrupa Birliği gibi ‘ulus üstü’ siyasi yapıların başarısızlıkları ve yeniden milli kimlikleri ekseninde ‘ülke merkezli’ arayışlara yönelmeleridir.
Demos ve yerlilik
Demokrasi sayesinde halk, devletin resmi ideolojisini etkisiz hale getirip, ancak sömürge yönetimlerinde görülebilecek, devletin kendi halkının kültürüne düşmanca davrandığı, onu yok etmek tasfiye etmek üzere savaş açtığı bir politik anlayışa son vermiştir. Demokrasi bir anlamda ‘yerli kültüre’ sahip çıkmanın yolunu açarken bir yönüyle de milliyi yeniden inşa etme imkânı olarak işlev görmektedir. “Devletin kendi halkının kültürüyle barışması, en azından batıcı/resmi ideoloji vasıtasıyla halkının kültürel varlığını tahrip etmesi gibi barbarlığa son vermesi, yeniden kendi kültürel kimliğini tanıma, onu anlama ve yeniden üretme diyebileceğimiz bir anlayışa yönelmesi kaçınılmaz olarak milli kimliğin yeniden kavranması gibi bir süreci başlatacaktır.”