Dolayısıyla asıl mesele ne Muhafazakâr Partili Başbakan Theresa May’in Meclis’te çoğunluğu kaybetmesi. Ve koalisyon kurmak zorunda kalması. Ne de ana muhalefet olan İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in oylarını ciddi şekilde arttırması. Ve bunun da “sol yeniden yükseliyor” tezini gündeme taşıması. Asıl mesele, bu seçimin sonucunu dünyada yerinden oynayan dengelerin belirlemiş olması.
SEÇİM BREXIT OYLAMASIYDI
THERESA May bizzat başbakanlığını Brexit’e borçlu. Zira bundan tam 1 yıl önce yapılan Brexit referandumunda yüzde 52 “AB’den çıkalım” deyince, Muhafazakâr Parti lideri Cameron istifa etmişti. Yerine May geçti. Ve başbakan olur olmaz koyu bir şekilde AB’den çıkmayı savunmaya başladı. Dolayısıyla ismi Brexit’le özdeşleşti.
Zaten May bu erken seçim kararını da Nisan’da sırf AB ile Brexit pazarlıklarında elini güçlendirmek için almıştı. O günlerde kendi partisi İşçi Partisi’nin 20 puan önünde göründüğü için, Meclis’te güçleneceğinden emindi. Dolayısıyla bu seçim her şeyden önce bir Brexit oylamasıydı. Ve görünen o ki İngilizler bir yıldan bu yana Brexit’ten epey soğumuşlar.
*
Peki neden? Çünkü her şeyden önce bu 1 yıl içinde İngiltere tam bir boşluğa düştü. AB’den nasıl çıkılacağına dair bir yol haritası hala yok. Zaten tam da bu muamma yüzünden Muhafazakâr Parti bile 3’e bölündü. 1. grup, AB’de kalma yanlısı. 2. grup, AB’den “sert çıkış” taraftarı. Yani kurumsal ve ticari tüm bağları kesmek istiyorlar. 3. grup ise, “yumuşak çıkış”tan yana. Onlar da serbest dolaşım hakkı ve ticari anlaşmalar kalsın diyor.