Bu çarpıcı cümleleri sarf eden, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron. Söylediği zaman, geçtiğimiz pazar. Yer, Paris’te 1. Dünya Savaşı’nın sona erişinin 100. yıl dönümü adına yapılan tören. Söylediği esnada ise hemen önünde 72 ülkenin devlet ve hükümet başkanı oturuyordu. Buna Cumhurbaşkanı Erdoğan da dahil.
Macron’un bu cümleleri, 1. Dünya Savaşı’nın 100 yıl sonrasında nerede olduğumuzu göstermek için fazlasıyla elverişli.
Tarihin sonu?!
Çok hızlıca filmi geri saralım: 4 yıldan fazla süren 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın liderlik ettiği İttifak ülkelerine karşı ABD, İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği İtilaf devletleri savaştı. Sonunda Almanya yenildi, Osmanlı’nın da dahil olduğu imparatorluklar dönemi sona erdi. Zamanla da faşist dalganın egemen olduğu bir dünyaya evrildi.
Sonra 1939’da 2. Dünya Savaşı geldi. İnsanlık tarihinin bu en kanlı savaşı da ABD-İngiltere öncülüğündeki blokun, yine Almanya’nın liderliğindeki ülkeleri yenmesiyle sonlandı. Sonrası malum: ABD ve komünist Sovyet Rusya arasında 40 küsur yıl süren Soğuk Savaş. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla da Batı’nın ve onun hakimiyetindeki liberal düzenin zaferini ilan edişi...
Bu zaferi de dünyaca ünlü siysaset bilimci Francis Fukuyama meşhur “Tarihin Sonu” kitabıyla taçlandırmıştı. Ona göre Batı liberalizmi 20. yüzyılın ilk yarısında faşizmi, 2. yarısında da komünizmi yenmişti. Bundan sonra da dünyaya sonsuza kadar liberal demokrasiler hakim olacaktı.
Hayaller, gerçekler!
Ama kazın ayağı öyle değil. Bugün geldiğimiz noktada hem Rusya, Çin gibi liberal olmayan ve Batı ittifakı dışındaki güçler 1. lige yükseldiler. Hem de Batı ittifakı kendi içinde ayrıştı. Zira milliyetçilik virüsü, liberal düzeni içeriden çatırdattı.
Dünyanın en önde gelen siyaset bilimi profesörlerinden John Mearsheimer, yeni çıkan “Büyük Yanılsama: Liberal Hayaller ve Uluslararası Gerçekler” kitabında bunu anlatıyor. “Liberalizm ve milliyetçilik bir arada var olabilir, ama çarpıştıklarında kazanan her zaman milliyetçilik olur” diyor. Bunu da yeryüzündeki düzenin farklı milletlerin varlığı üzerine kurulu olmasına bağlıyor. Ona göre bu yüzden milliyetçilik “gelmiş geçmiş en güçlü ideoloji”.
‘Önce ben’ virüsü
İşte bugün bu virüs Batı’yı içten içe kemiriyor. Bir yandan yabancı/İslam/göçmen karşıtı siyaset gitgide yayılıyor. Diğer yandan Trump ABD’yi gittikçe içe kapatarak, “önce Amerika” düsturuyla liberal ekonomi politikalarını ezip geçiyor. Bugün asıl mücadele, Trump gibi içe kapanan milliyetçiler ile liberal ekonomi düzenini savunan “küreselciler” arasında.
Trump’ın geçtiğimiz eylülde Birleşmiş Milletler (BM) 73. Genel Kurul zirvesinde tüm dünyaya seslenirken, “Amerika’yı Amerikalılar yönetir. Küreselleşme ideolojisini reddediyoruz” demesi de bunun tezahürü.
Bunun sonucunda da olan oluyor: Milliyetçilik; terör, ırkçılık, ekonominin daralması gibi sonuçlarla ülkeleri içeriden eritiyor. O yüzden Macron’un dediği gibi, ”milliyetçilik” oku aslında dönüp dolaşıp kendi vatanını, vatanseverliği vuruyor.