41 insanı- mızın hayatını kaybettiği Elazığ depremi, ihtiyaç anında Türk milletinin nasıl “biz” olduğunu, birbirine kenetlediğini bize bir kez daha gösterdi.Bunun ne kadar özel bir şey olduğunun ayırdına, 2015’te gittiğim Japonya’da varmıştım. Dört yıl önce yaşadıkları 9 şiddetindeki depremin ardından tüm ülkeyi adeta çelik kadar sağlam hale getirmişlerdi getirmesine... Ama insanlardaki yardımlaşma duygusunun nasıl gelişeceğine dair bir türlü çözüm bulamıyorlardı.Sadece Japonya da değil... Birleşmiş Milletler’in (BM) düzenlediği “Dünya Afet Riskini Azaltma Konferansı”na katılmak için 2015’te gittiğim Japonya’nın Sendai kentinde, zirveye katılan 190 ülke liderinin de Türkiye’den yardımlaşma kültürünü nasıl öğrenmeye çalıştığına bizzat şahit olmuştum. Tabii Türk milletinin bunu öğrenerek değil, doğuştan getirdiği ruhla yaptığını bilmeden...Türk yardımlaşmasıTürkiye gibi bir deprem ülkesi olan Japonya’da 2011’de yaşanan 9.0 büyüklüğündeki deprem, dünya tarihinin en büyük beş depremi arasında. Depremin tetiklediği tsunami ise okyanus kıyısındaki birçok kenti yutmuştu. Sendai de bunların başında geliyordu. Aynı zamanda tsunami, Çernobil’den sonra dünyanın ikinci en büyük nükleer faciasına sebep olmuştu.Sendai’de ve çevre kentlerde Japonya’nın depreme karşı altyapısını nasıl “yıkılmaz” şekilde sağlamlaştırdığını bizzat gördüm. Sadece binalar değil, insanlar da depremle yaşama konusunda son derece bilinçli. Yani “zihinsel altyapı” da sağlam. Ama tüm bunlara rağmen, Türkiye’den öğrenmek istedikleri bir şey var: Yardımlaşma.Dünyaya yayılan ruh2015’te AFAD’ın başkanı olan Fuat Oktay, benim de katıldığım BM zirvesinde dünya liderlerine Türkiye’nin doğal afetlerdeki yardımlaşma deneyimini anlatmıştı. İşte Elazığ depremi de bir kez daha onun anlattıklarını tüm dünyaya gösterdi. Yani Türkiye’de hem AFAD ve Kızılay gibi kurumların hem de bizzat vatandaşların nasıl bir anda tek yürek olup elini taşın altına koyduğunu.Pek bilinmese de Türkiye’deki bu kenetlenme ruhu aslında tüm yerküreye yayılıp, yardımlaşmanın kurumsal hali olan Kızılhaç’ı meydana getirmiş. Zira bugün dünyada 191 teşkilatı olan Kızılay-Kızılhaç’ın kurulmasına, Türk kökenli bir Osmanlı askeri vesile olmuş.Geçen yıl 150. yaşını kutlayan Kızılay’ın arkasındaki bu muazzam hikâyeyi bizzat Kızılay Başkanı Kerem Kınık’tan dinlemiştim: 19. yüzyıl başında Osmanlı’ya ait olan Cezayir’de, bir Osmanlı askeri olan Emir Abdülkadir, Fransızlara karşı verdiği mücadele sayesinde “milli kahraman” haline gelmiştir. Cezayir’de iş yapan İsviçreli iş adamı Henry Dunant ile de yakın dosttur. Dunant, aynı zamanda Napolyon’un iyi ahbabıdır.Emir Abdülkadir Dunant’a bol bol İslam’daki savaş ahlakını ve esirlere, yaralılara gösterilen ihtimamı anlatır. Tam o sıralarda Dunant, Napolyon’un çağırması üzerine Solferino Savaşı’nın yapıldığı İtalya’ya gider. Burada yaralı askerlerin yaşadıkları trajedi onu çok sarsar. Emir’den öğrendiği ilkeleri uygulamaya karar verir ve askerlere yardım için Cenevre’de Kızılhaç’ı kurar. Napolyon’un desteğiyle de tüm devletlere, Kızılhaç amblemi taşıyan çadırların ve kişilerin tarafsız olduğunu ve onlara asla ateş açılmayacağını kabul ettirir.Aynı dönemde (1868’de) Osmanlı’da da bir grup doktor, Sultan Abdülaziz’in onayıyıyla aynı teşkilatı kurarlar. Ancak içinde geçen “haç” kelimesini “hilal” ile değiştirip, “Hilal-i Ahmer Cemiyeti” ismini verirler. Teşkilata “Kızılay” ismini ise 1935’te Atatürk verir.Kısacası, Türkiye içeride sergilediği sosyal yardımlaşmayı aslında tüm dünyaya yaymış. Zaten düşünün ki sadece geçen yıl Türk Kızılayı dünyada 23 milyon insana yardım ulaştırmış. Mülteciler konusunda da bu ruhu ortaya koyan Türk devleti, bugün dünyada gayri safi milli hasılasına oranla en fazla insani yardım yapan ülke. Bunun arkasındaki asıl destek ise elbette, gerektiğinde kanını bağışlayarak Kızılay’ı ayakta tutan Türk halkı.Dünyaya kazandırdığımız değerlerin ve insani katkıların farkına varmalıyız.