Artık gün gibi açık. Bugün Irak ve Suriye politikamızı asıl
belirleyen de, ABD ile aramızdaki krizin başlıca sebebi de PKK/YPG
meselesi.
Düşünün, Barzani Kuzey Irak referandumunu bundan 5 yıl önce
yapsaydı... Yani içeride çözüm sürecinin devam ettiği, Suriye’de
PKK/YPG’nin henüz bu kadar palazlanmadığı o günlerde... Muhtemelen
referandum konusu bizi bu derece rahatsız etmezdi.
Keza Suriye meselesi de aynı şekilde. Fırat Kalkanı operasyonunun
asıl hedefi, YPG/PYD’nin kuzeydeki kantonlarını birleştirmesini
önlemekti. Şu an İdlib’deki amacımız da aynı.
ABD ile aramızda krize sebep olan asıl kırılma noktası da, bugün
ABD’nin Ortadoğu’da çıkarlarını kollamak için asıl ortağı olarak
Kürtleri görmesi. Oysaki ilişkimizin tutkalı, bu görevi uzun yıllar
boyunca bizim görmemizdi.
Türkiye-ABD
ilişkisi
Türkiye-ABD ilişkisi, asıl Soğuk Savaş döneminde stratejik boyut
kazandı. Türkiye, ABD’nin “baş düşmanı” Sovyetler Birliği’ni
çevreleme politikasının ana unsurlardan biri oldu. Soğuk Savaş
bittikten ve Sovyetler dağıldıktan sonra da aynı işlevi sürdürdü.
Ancak bu sefer ABD’nin bölgedeki baş hedefi, müttefiki İsrail’i
korumaktı. Bunun önündeki en büyük engel ise, Saddam’dı. Türkiye de
(91 Körfez Savaşı’nda olduğu gibi) Washington’a bunun için destek
verdi.
Ne var ki Saddam’ı deviren 2. Körfez Savaşı’ndan, yani 2003’ten
itibaren bu ortaklık zedelenmeye başladı. Aslına bakarsanız, Irak
ve Suriye’nin bölünme sürecinin başladığı bu dönemde, Türkiye’nin
jeopolitik önemi ABD için hiç olmadığı kadar arttı.
Ancak buna rağmen Türkiye ve ABD’nin Irak ve Suriye politikaları, 1
Mart tezkere krizi sonrasında yavaş yavaş birbirinden ayrıldı.
Washington da PKK bağlantılı YPG’ye kara gücü olarak gitgide daha
fazla sarıldı. Bugün geldiğimiz noktada, bu durumun artık
değişmeyeceği aşikâr. Diğer yandan, kuzey Irak’ta bağımsız bir
Kürdistan, kuzey Suriye’de de özerk bir Kürt yapısı kurulduğu
ortada.
‘Barışçı çözüm
mümkün’
Eski MİT Müsteşarı ve Irak Büyükelçimiz Sönmez Köksal, evvelsi gün
verdiği bir mülakatta mevcut politikamızı sürdürmenin şu sonuçları
vereceğini söylüyor: Barzani’nin zayıflamasıyla PKK ve İran daha da
güçlenecek. Türkiye-ABD ilişkilerini bekleyen en önemli sorun ise
PYD/YPG olacak.
Bu nedenle, bölge Kürtlerine yönelik politikamızı değiştirmemiz
gerektiğini söylüyor. “Önümüzde iki yol var: Ya çok kanlı bir
hesaplaşma ya da aklın galip geleceği barışçı çözüm. Kanlı
hesaplaşma, Türkiye’nin geleceğini karartır. Barışçı çözüm ise,
Türkiye adına bir kabullenme anlamına gelmez” diyor. Ve
açıyor:
“Sınırlarımız dışındaki oluşumlarla -barışçı olmaları koşuluyla-
tarihsel beraberliğimiz kutsaldır. Güney’in petrolü ve Türkiye’nin
iş dehasının birleşmesiyle oluşacak ‘cazibe merkezi’nin, sınırın
her iki yakasında yaşayanlara refah getireceği bir senaryoyu pekâlâ
hayal etmek mümkün.
Sınırlarımızın hemen ötesiyle düşmanlaşıp yabancı güçlerin etkisine
bırakmamak, gücümüzü boşuna harcatmamak en önemli hedefimiz olmalı.
Bunun için gerekli stratejileri geliştirmek ise, 2017 Türkiye’sinin
elindedir ve bu yeteneği vardır.”