Adalet olmadan ahlak olmaz.
Adaletli olmak bir ahlak meselesi, ahlaklı olmak da bir adalet meselesidir.
İmam Gazali’den Aristo’ya, İbn Sina’dan Descartes’e, Farabi’den Fromm’a, İbn Arabi’den Spinoza’ya, Mutezile’den Kant’a, Mevlana’dan Aurelius’a, Mevlana’dan Cicero’ya kadar birçok düşünür aslında bu ilişkiyi farklı yönleriyle anlatırlar. Adalet felsefesi ve ahlak felsefesi üzerine kafa yoranlar, doğa ve insan fıtratı üzerinde durmak, insan’dan aleme doğru yol almak zorundadırlar. Adil ve hakkaniyetli bir siyasal veya sosyal düzen mücadelesi insan nefsinde başlayan bir süreçtir.
İnsanın sahip olduğu kuvve-i akliye, gadabiye ve şeheviye gibi kuvvelerin/hislerin orta yolu (yani hikmeti, şecaat ve iffeti) bulması adalet erdemini ortaya koyar (Bunların kemal nokta olan ortayı geçerek az veya çok olması insanın cimri veya çarçur eden, zalim veya adil, korkak veya cesur, şehvete düşkün veya duygusuz olması gibi olumsuz sonuçlar doğurur). Aristo’nun Altın Orta, İslam’ın vasat ve sırat-ı müstakim dediği kıvam işte budur.
Fıtrat yani yaratılış üzere olmak vasatı yani orta yolu seçmeyi, aşırılıktan uzak durmayı gerektirir. Yaratılış düzenini bozmak fıtrattan uzaklaşmak ve yozlaşmaktır. Adalet her şeyi yaratılış düzenindeki yerine koymak, olması gerekeni yapmaktır. Ortak iyiyi ifade eden maruf da fıtri ve vasati olanı ihtiva eder.
Adalete ulaşmanın yolu marufun peşinde koşmak, orta yolda hareket etmek ve her şeyi yerli yerine koymaktır. Orta yoldan sapanlar aşırılığa giderler ve kendi nefislerine veya başkalarına zulmederler. Fıtri olanı bozanlar vasattan ve maruftan uzaklaşırlar, hak edilenden saparak haksızlık yapmaya başlarlar. Dengeli olmak, hak edene hak ettiğini vermek, her şeyi yerli yerine koymak, her türlü aşırılıktan kaçınmak adil olmanın ölçütüdür. Fıtrat bozulursa, ma’ruftan uzaklaşılırsa, vasattan sapılırsa adaletin tecellisi mümkün olamaz. Dünya genelinde yaşanan haksızlıkların temeli ortak iyi olarak bilinen değerlerin hiçe sayılmasıdır.