Ölüm hakikati her gerçekleştiğinde insanı derinden sarsıyor. Hele tanınan, bilinen, sevilen biri vefat ettiğinde insan daha da sarsılıyor. Akif Emre’nin vefatı üzerine yazılan yazılar bütünüyle ve tam anlamıyla bir hüsnü şehadet niteliğindeydi.
Tanıyanları Akif Emre’yi hem hayırla yad ettiler hem de bir pişmanlık hali sergilediler. Onu yeterince aramamanın, ona sahip çıkmamanın, onun değerini bilmemenin getirdiği bir pişmanlık…
Sevdiklerimizi kaybettikten sonra birçok pişmanlık yaşıyoruz ama bu pişmanlık her zaman bir derse, bir kendimize çeki düzen vermeye dönüşmüyor. Sevdiklerimize onları sevdiğimizi söylemekten yine imtina ediyoruz, dostlarımızı arayıp sormaktan yine geri duruyoruz, kıymetli olduğunu bildiğimiz insanlara kıymetini belli etmekten yine çekiniyoruz.
Galiba ‘duyarlı olma’ vasfımızda bir gerileme var. Büyük meseleler, olgular, sorunlar karşısında çok duyarlı olduğumuzu düşünüyoruz ama sevdiğimiz insanlarla ve yakın çevremizde olup bitenlerle yeterince ilgilenmiyoruz, kişisel ilişkilerde aynı duyarlılığı sergilemiyoruz.