Türkiye’de darbeler hep bir dış müdahalenin parçası olarak gerçekleşmiştir. Darbelerin, iç dinamikleri harekete geçirerek gerçekleş tiğinde ve askeri vesayetin ikamesi için yapıldığında şüphe yok. Ama sivil iktidarları askeri vesayetle kontrol altına alma motivasyonu aslında hiçbir zaman ideolojik sebeplere dayanmadı. Korunmaya çalışılan statükonun kullandığı bir ideoloji hep vardı ve bunu öne çıkararak darbeler meşrulaştırıldı. Ancak asıl motivasyon Türkiye’nin küresel güçlerin istediği eksende tutulabilmesiydi.
Ülkenin vesayetçi elitleri kendi düzenlerini sürdürmeye çalışıyor gibi görünseler de asıl korunan statüko, küresel düzeyde Türkiye’yebiçilen roldü.
Darbeci/vesayetçi aktörler zaman içinde değişim gösterdi. Son 10 yılda küresel siyaset mühendislerinin devreye koyduğu yeni aktör FETÖ’cüler idi. FETÖ’nün darbe girişimi de iç hakimiyetten ziyade dış hakimiyeti tesis etmeyi amaçlıyordu.
Eski Türkiye’nin asker-sivil bürokrasideki vasi’leri etkisizleşip yerine FETÖ bağlantılı vesayet özlemcileri geçince aynı misyon onlara verildi: Türkiye’yi onların kontrolünde uydu ülke yapmak...
Cumhurbaşkanı Erdoğan küresel sisteme sadece söylemleriyle kafa tutmadı, bölgede sergilediği AHLAKİ DURUŞ küresel hegemonların estirdiği rüzgara hiç uygun değildi.
Arap baharının tersine çevrilmesinde İsrail’in korkusu ve bölgesel çıkarlarını koruma kaygısı yattığı gibi, işbirlikçi otoriter rejimlerin halk iradesinden korkması da etkili oldu. Mısır darbesine Müslüman ülkelerden verilen kimi destekler bunun tezahürüydü.
Sonuçta Türkiye’nin demokratik yapısını koruması değil küresel statükodaki eksenini koruması daha öncelikli görüldü. Bütün hesapları bozan Erdoğan bir şekilde etkisizleştirilmeliydi.