İSTİNAF mahkemelerinin 'yargıç açığını kapatmak' bahanesi ile Yargıtay ve Danıştay'da görevli yüksek yargıçların statüleri değiştiriliyor.
Değişikliğin yasa yolu ile yapılmasının Anayasa bakımından sakıncalı olduğu eleştirileri bir yana ‘toplu tasfiye’ anlamına gelebilecek uygulamanın, yargıda oluşan kara delikleri daha da büyüteceği ve anafor etkisi yaparak adaleti karanlık dehlizlere sürükleyeceği ileri sürülüyor. Bu iddia sahipleri, sıradan politikacılar değil, yargının zirvelerinde görev yapmış, adaletin toplumsallaşması için uğraş vermiş, akademik seviyelerde tezler üretmiş kifayetli hukuk adamları...
Onursal başkan sıfatı verilmiş bir duayen yüksek yargıcın, ‘tabuta son çivi çakmak’ olarak tanımladığı yasallaşma sürecinde yeterli ve gerekli ‘sigorta’ düzenlemelerinin eksik olduğu anlaşılıyor.
Yüksek yargının özerk bir alana sahip olup olmaması (bağımsızlığı) tartışmalarında geldiğimiz nokta da hazin. Adalet adına son sözü söyleyecek hukukçular, bir yasa maddesi ile ve salt bir iktidar tasarrufu olarak, kitleler halinde adeta sürgüne uğruyor ve muhataplardan tek bir ses yok.
Yargıçlık, taşıdığı titrin ötesinde, müktesebat olarak yüksek erdemleri muhtevi olmalıdır. Bu ağırlığı layıkıyla taşıma yükümlülüğü, en az adalet dağıtmak kadar önemlidir. Çay da toplarsın, karpuz da kesersin, bunlar eleştirilecek hususlar değildir, yeter ki, kantarın (terazinin) topuzu kaçmasın... / S. ÖZKAN