GAZİ Mustafa Kemal Atatürk, özgür ve bağımsız bir Türkiye
Cumhuriyeti kurmuştur. İlke ve inkılapları laik Cumhuriyet ve
demokrasinin temelini oluşturmuştur.
Hayatı zafer ve devrimlerle dolu, ünü dünyaca kabul gören lider
Atatürk, modernleşme-çağdaşlaşma akımıyla insan topluluğunu millet
olarak ‘hukuki topluluk’ düzeyine/biçimine dönüştürmüş, onun
güneşiyle Türkiye aydınlanmıştır.
Ulusal varlığımızın simgesi Atatürk, ‘Ulusal egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir’ sözüyle hukukun üstünde en üst kudreti
egemenliği hukukun üstünlüğü kavramına bağlamıştır. Anlatış
biçiminden demokrasinin kaynağı hukuka, büyük değer verdiği
düşünülmesi gereken önemli bir derstir. ‘Adliyesi bağımsız olmayan
bir ulusun devlet olarak varlığı kabul edilemez’ düşüncesi adaletin
bağımsızlığını bir güç olarak değerlendirmesi, onun o günlerden
bugünleri gören olağanüstü bakışıdır. “Hukukta işi oluruna bırakmak
ulusları uyanmaktan alıkoyan en ağır bir kâbustur. Türk ulusu
üzerine kâbus çökmesine izin vermez” (Mart 1924) nihayet;
1.11.1926’da “Emniyet ve hak işleriyle ilgili usullerde ve
yasalarda kolaylık, çabukluk, açıklık ve kesirlik esas alınmalıdır”
uyarısı hepimize, anlayana yol gösteren modern bir tarih
dersidir.
Atatürk’ün bıraktığı hukuka bağlı devlet düzeninde hukukun
hırpalanması cumhuriyet devletine güvenin sarsılması ‘Adalet mülkün
temelidir’ anlatış biçiminin gölgelenmesidir. Yargı; tarafsız,
bağımsız, ağırbaşlı ve hak gözetmelidir. Mahkemeler adil olduğu
yolunda güven duygusu uyandırmalıdır. Tarafsızlık ve doğruluk
ilkesinin zedelenmesi, yanlı görüş ve kararlarıyla özgürlüğün
teminatı adaletin temeli çatlar, kırılabilir.
Öyleyse, anayasallaşma hukukun üstünlüğü kavramına bağlayıcı
niteliği bulunan kurallarla, çağdaş yapıya/çizgiye getirilerek
eksilmeyen dikkatle, Cumhuriyet ve demokrasi yaşatılmalı,
güçlendirilmelidir. Bilinmelidir ki, devlet yapısının harcı
hukuktur, adalettir. (Av. Ruhi KAHRAMAN)
BU NASIL BİR HINÇTIR