TÜRKİYE gündeminde iki olay var; biri Sultanahmet'teki canlı bombalı terör, diğeri Güneydoğu'da şiddet olaylarının son bulmasını isteyen akademisyenlerin yayınladıkları bildiri.
Bildiri, iktidar karşıtları tarafından hemen sahiplenilirken, iktidar yanlıları tarafından derhal reddedildi.
Böylece toplumsal sorunları çözmek için önce ‘anlama’ ortamını sağlayacak önkoşul hemen ortadan kaldırılmış oldu.
Silah endüstrisi ve yabancı istihbarat örgütleri dışında hepimiz ülkemizde barışı ve huzuru istiyoruz.
Bunun için iktidardan muhalefete hepimize sorumluluklar düşüyor.
Türkiye’de Kürt sorunu olduğu, insanların acılar çektiği, bu sorunun nedenlerinden birinin devletin izlediği yanlış politikalar olduğu doğrudur ama bu sorunun AKP döneminde başlamadığı, AKP’nin bu sorunu kucağında bulduğu da doğrudur.
Sorunun çözümüne odaklanmak ve doğudaki insanlarımızın acılarını yok etmek yerine, çözümsüzlüğü körükleyecek biçimde sert kutuplaşmanın yaratılması hoş olmamıştır.
Şiddetin yok olması, devleti veya iktidarı suçlayarak çözülemez.
Çünkü iktidar sadece meşru şiddet tekeli olan devlet aygıtını yönetmiyor, aynı zamanda % 50’ye varan toplumsal desteği nedeniyle kitlesel bir etkiye sahip.
O kitleyi dışlayarak bir sorunun halli olası değil. Bu bildirinin belki en zayıf noktası bu...
OSMANLI’DAN BİR ÖRNEK
İktidarın kendisine yönelen eleştiriyi eleştirme hakkı tabii ki var.
Bunu daha sert önlemlere varacak boyuta taşıdığında mesele daha zor hale bürünebilir.
Eleştirileri haksız bulsa da daha hoşgörülü olması gerekir.
En sert ve dışlayıcı tartışmaların hatta idamların olduğu 17. yüzyıl kaos ortamında, Kâtip Çelebi, Mizanul Hakk fi İhtiyaril E-Hakk’ta, insanların en uç fikirleri bile serbestçe ifade edebilmeleri gerektiğini, sosyolojik ve dini gerekçelerle belirler.
İnsanların, tarihte en ağır baskılar sonucunda bile söyleyeceklerinden ve inançlarından vazgeçirilemediğini, çatışma ve çoğulluğun Allah’ın iradesi olduğunu da ekler.