Türkiye’nin en güzel milli parklarından biri olan ve içeri girmek için kişi başına 7 lira ödediğiniz Ölüdeniz’in semt pazarını aratmayacak hale dönüşmesini şaşkınlıkla izledik. Plaj işletmecilerinin daha fazla para kazanmak için her santimetrekareye şezlong ve şemsiye koymasından mı başlasak? Öyle bir karmaşadan söz ediyoruz ki... Şezlonglardan denize girmeniz ve çıkmanız mümkün değil. Başınızı sudan kaldırdığınızda sizi suyun dibine kadar sokulmuş şezlonglardaki ayaklar karşılıyor.
Uyumsuzlukla yaratılan çevre kirliliği, duşlarda oluşan uzun kuyruklar, çam ağaçlarının altında naylon poşetlerle getirdikleri yiyecekleri yiyip çöplerini orada bırakan tatilciler, inşaat çakılı dökülen güzelim sahil, tüm dünyanın ‘blue lagoon’ diye bildiği Ölüdeniz’in iç bölümüne plastik oyuncaklarla kurulan aquapark’ın görüntüsü sizi yarım saat içinde sersemletmeye yetiyor. Her bir taraftan gelen farklı farklı müziklerden de hiç bahsetmiyorum. Her şeye rağmen bu karmaşa, çevre ve gürültü kirliliğinin içinde yer almak istiyorsanız, dört kişilik bir aileye maliyeti de günlük 150 lira...
Doğa harikası, tüm dünyanın tanıdığı bir mekânın kötü görüntüsü, yabancı turistleri özellikle de o bölgenin gözbebeği olan İngilizleri birer birer uzaklaştırmış.
Patara ve İztuzu gibi Ölüdeniz de çok değerli bir milli park... Buralardaki işletmeleri belli şartnamelere bağlayıp, dünyadaki örnekleri gibi kullanılmasını sağlamak çok zor olmasa gerek. Ahşap kullanım alanları, şezlonglar arasında zorunlu mesafe, ortalama ziyaretçi sayısına göre duş ve tuvalet, sadece asgari ihtiyaçları karşılayacak doğaya uyumlu şekilde tasarlanmış büfeler yapmak ve doğanın sesini dinlemek için sessizliğe özen göstermek çok mu zor? Bütün bunlara izin veren kamu yöneticilerinin sorumluluğu bilet kesmekle bitmiyor. Önce turistler, sonra kaplumbağalar terk ettiğinde, inşaat kumu ile baş başa kalınacağı görülemiyor mu? Nuray BABACAN Hürriyet Gazetesi Parlamento Büro Şefi
ASSOS’U YAKIN ZAMANDA GÖREN VAR MI?