ALMANYA'nın en ciddi TV kanallarından ARD'nin sabah programı çerçevesinde verilen haberde, Türkiye Cumhuriyeti ile Suudi Arabistan arasında siyasi, ekonomik ve kültürel bir anlaşma imzalandığı bildirildi.
Bu haberi dinleyince, Arabistan’ın adının niçin ‘Suudi Arabistan’ olduğu üzerinde biraz durmak gereği duydum.
I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümetiyle
anlaşan İbn-i Suud, Mekke
ŞerifiHüseyin bin Ali ile birlik
olarak, Osmanlı’ya karşı savaş açtı. Bunun
karşılığı olarakSuud ailesinin
toprakları İngilizler tarafından güvence
altına alındı. Arkasına İngilizleri alarak topraklarını
genişleten İbn-i Suud daha sonra, Mekke
Şerifi Hüseyin bin Ali’ye karşı
da Mekke ve Medine’yi
ele geçirmek için başlattığı savaşı 1932’de kazanarak, kendisini
İslam dünyasının bu kutsal şehirlerinin ve etrafındaki uçsuz
bucaksız çölün kralı ilan etti.
Daha sonra, bu krallığı kendi ailesinin (hanedanın) ismiyle
adlandırdı; Suudi Arabistan...
1917’den beri İngiliz siyasetinin buyruğunda
olan İbn-i Suud, ani bir manevra yaparak,
ülkenin
petrolünü Kaliforniya’nın Standard
Oil şirketine teslim
etti. ABD’nin petrol gereksinimini karşılamak
için büyük bir fırsattı bu. Varılan anlaşmaya göre, Standard Oil
şirketi Suudi Arabistan’a, petrol kuyuları
açmak ve işletmek için, yılda 25 bin dolar ödeyecekti. Bir başka
hesapla bir ton petrol için bir dolar. Bu anlaşma
sonucu ABD, Basra
Körfezi’ndeki petrol rezervlerine el atmış oluyordu.
DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI!
II. Dünya Savaşı sonuna doğru, çok sayıda ABD petrol
şirketi Arabian American Oil Company adı
altında -kısaca ARAMCO- birleştiler ve daha
ucuz bir petrol üretimi için zemin hazırladılar. Suudi
Kral’ın da bu anlaşmaya ilgisi yoğundu.
Çünkü, Arabistan’ın o tarihe kadar bir tek
döviz kaynağı vardı: Mekke’ye hac için gelen
Müslümanların bıraktıkları döviz.
Bu ülkede ilk yerel seçimlerin organize edilmesi 1932’den itibaren
2005’e kadar sürdü. Siyasal parti kurmak yasaktı. Kadınların seçime
katılmaları zaten yasaktı. Ancak bu yılki yerel seçimlere sembolik
de olsa kadınların katılmasına izin verildi.
Dünyanın dört bir köşesinde ‘demokrasi ve insan hakları’ konusunda
son derece duyarlı olacağını iddia eden ABD,
kendi yüksek çıkarlarını en ön planda tuttuğundan,Suudi
Arabistan için bir ‘demokrasiye geçme planı’
öngörmemektedir.
Bir de şunları anımsadım: