Geçtiğimiz hafta, Yunus Emre Enstitüsü Viyana Ofisi’nin davetlisi olarak Viyana’daydım. Bu vesîleyle, daha önce başka kurumların davetine rağmen gitme fırsatı bulamadığım bu güzel “müzik şehri”ne… batı müziğinde klasik dönem olarak kabul edilen dönemin merkezine ilk kez gitme imkânı elde etmiş oldum.
1683 yılında Osmanlı kuşatmasını kırarak kazandığı “destekli” zafere kadar Avrupa müziğinde esâmîsi okunmayan Viyana, onsekizinci yüzyıldan itibaren yükselmeye başladı ve onsekizinci yüzyılın ortalarından itibaren, yetiştirdiği nitelikli besteciler sayesinde Avrupa müziğinin merkezi hâline geldi. Çünkü bu kazandığı zafer sayesinde büyük maddî destekler aldı, Avrupa’nın gözbebeği oldu. Câzibesi arttı ve hem ekonomik hem de kültürel açıdan hızla gelişti. Refah seviyesi o kadar yükseldi ki, Viyana sokaklarındaki şu tarz eleman afişlerine rastlanır oldu: “Çello bilen aşçı aranıyor”… “Piyano bilen bakıcıya ihtiyaç var”… Joseph Haydn gibi, klasik dönemin öncüsü kabul edilebilecek ve hem Mozart’ı hem de Beethoven’i etkileyebilecek kudrette bir bestecinin, Anton Esterhazy adlı asilzâdenin sarayında çalışması bunun bir göstergesidir.
Viyana, önemli bir müzik şehri. Haydn, Mozart, Beethoven ve Strauss’u dinlerken manevî varlığımla defalarca gittiğim bu müzik şehrine, bu defa Yunus Emre Enstitüsü’nün davetlisi olarak maddî varlığımla gittim. İlginçtir ama, daha önce sadece bu dört-beş bestecinin eserlerini dinlerken, müziğin katkısıyla hayallerimde canlandırdığım bu şehrin gerçeğinin, hayallerimdeki Viyana’dan hiçbir farkının olmadığını gördüm. Viyanalı besteciler, yaşadıkları şehri müziklerine bu kadar güzel işlemişler ya da Viyana, bu bestecilerin ruhuna bu denli işlemiş olmalı ki, müziklerde Viyana’yı, Viyana’da müziği buluyor ve âdetâ yaşıyorsunuz.
Unutmamalıyız ki, bizim İstanbulumuz da böyleydi. Hatta İstanbul için yazdığım “Müzik Şehri İstanbul” başlıklı yazımda bunu uzun uzun anlatmıştım. Viyana, eski dokusunu koruyor. Haydn, Mozart, Beethoven, Strauss Viyana’nın kalbinde ve sanki hâlâ yaşıyorlar. Maalesef İstanbulumuz târümâr edilmiş vaziyette. Itrî, Tanbûrî Mustafa Çavuş, Ebûbekir Ağa, Sadullah Ağa, III. Selim, Dilhayat Kalfa, Dede Efendi, Zekâi Dede, Tanbûrî Cemil Bey susmuş… susturulmuş.
İki şehri karşılaştırınca, bir İstanbullu olarak şehrimizin düşürüldüğü ve hâlâ düşürülmeye devam edildiği bu durumu gördükçe üzülmemek elde değil ama ne yazık ki yapacak bir şey de yok. Viyana’da bu karşılaştırmayı yapıp üzülürken, yüreğimi ferahlatan güzel şeyler de yaşadım tabii. Meselâ Yunus Emre Enstitüsü Viyana Ofisi’nin büyük bir heyecanla birşeyler yapmaya çalışması ve kültürümüzü Viyanalılara tanıtma gayretleri. Ofisin müdürü Ayşe Yorulmaz hanımefendi, mükemmel Almancası ile hem çok iyi ilişkiler kuruyor, hem de Türkiye’yi ve Türk kültürünü tanıtıcı güzel faaliyetler gerçekleştiriyor, buna şâhid olduk. En son faaliyetleri de, müzik eğitimini Viyana’da tamamlamış olan ve “Türk Beşleri” olarak vasıflandırılan bestecilerimizden Hasan Ferid Alnar adına düzenlenmiş bir etkinlik idi ve bu etkinliğe beni de davet ettiler. Hasan Ferid Alnar deyince akla ilk gelen, kanun konçertosu olacaktır. Nitekim, Yunus Emre Enstitüsü Viyana Ofisi tarafından düzenlenen Hasan Ferid Alnar başlıklı etkinlikte de, kânun sanatçısı Ruhi Ayangil ve yaylı sazlardan müteşekkil topluluğu, Alnar’ın kânun konçertosunu Viyanalı müzikseverlere başarılı bir icrâ ile dinlettiler. Ruhi Ayangil, eseri keman sanatçısı ve konsertmeister Hasan Niyazi Tura, keman sanatçısı Tangör Ertaş, viola sanatçısı Murat Cangal, violonsel sanatçısı Oğuzhan Kavruk ve kontrbas sanatçısı Tayfun Tümer eşliğinde seslendirdi. Konserin birinci bölümünde ise kanun sanatçısı Ruhi Ayangil ve ud sanatçısı Serhan Aytan Alnar’ın saz semâilerini seslendirdiler. Yaklaşık ikiyüz kişilik salon tamamen doluydu ve izleyicilerin herhalde yarısına yakını da Türk değildi. Konser bitiminde izleyiciler Ruhi Ayangil ve diğer sanatçıları ayakta alkışladılar. Olumsuz olan şey, Viyana makamlarının Yunus Emre Enstitüsü’nün bu tür faaliyetlerine daha iyi mekânlar tahsis etmemeleri sebebiyle konserin bir otelin toplantı salonunda gerçekleştirilmesiydi.
Viyana gibi bir müzik şehrinde Viyanalılar’a ve orada yaşayan Türklere, Viyana’da müzik eğitimi almış bir Türk bestecinin eserini dinletmek benim açımdan oldukça ilginç bir tecrübe oldu. Ancak unutmamak gerekir ki, Avrupa ve özellikle Viyana, müzikte senfonik dili bizden daha iyi biliyor. Bu konser elbette önemliydi ama, özellikle bundan sonra yapılacak müzik etkinliklerinde Mozart ve Beethoven gibi bestecilere ilham kaynağı olan Osmanlı/Türk müziğinin eserlerini de dinletmek çabası içinde olunması gerekir. Bizim müziğimiz, kimliğimizin ifadesidir. Bizi anlatmaktadır. Dolayısıyla, ülke dışındaki merkezlerimizde kendi müziğimize dâir güzel örneklerin de nitelikli sâzende ve hânendelerimiz tarafından sunulması gerekmektedir.