Yalçın Çetinkaya Yeni Şafak Gazetesi

Derviş bestekârın bestesi arınmış nefsin bestesidir

Yaklaşık beş yıldır görev yaptığım ve çatısı altında bulunduğum Yenikapı Mevlevîhânesi’nin hâlâ zikr izleri taşıyan ortamı beni her zaman etkilemiştir. 1599...

19 Kasım 2017 | 128 okunma

Yaklaşık beş yıldır görev yaptığım ve çatısı altında bulunduğum Yenikapı Mevlevîhânesi’nin hâlâ zikr izleri taşıyan ortamı beni her zaman etkilemiştir. 1599 yılında hizmete giren bu mevlevîhâneden kimler gelip kimler geçmiş. Mevlevîhânenin hazîresinde medfun meşâyih ve dervişân da bir zamanlar bu mekânda zikr ve ibadet etmişler, hayatlarını bu mânâlı işe vakfetmişler. İçlerinden bazıları şiirler yazmış, bazıları besteler yapmış. Ama hepsi, bu zikr ve ibâdet mekânında yetişerek olgunlaşmış, Osmanlı medeniyetinin önemli şahsiyetleri hâline gelmişler. İştigâl ettikleri sahada kültür ve medeniyetimiz adına büyük eserler ortaya koymuşlar. Edebî eserler vücûda getirmişler, şiirler yazmışlar, besteler yapmışlar.

Her insanda hiç şüphesiz bir cevher vardır. Ama bu cevherin önce fark ve keşfedilmesi, sonra da bihakkın işlenmesi mühimdir. İşaret ettiğim önemli şahsiyetlerin yetiştiği bu mekânların şeyhleri, bu kapıdan içeri hizmet maksadıyla giren her derviş adayının önce cevherini fark ve keşfetmiş, sonra da derviş adayının kendi cevherinin farkına varmasına katkıda bulunmuşlardır. Bu “farkına varma ve vardırma” aşamasından sonra, o cevher; şeyhin yardımıyla önce birlikte cevherin kaynağına inilir, cevher tesbit edilir ve şeyhin yardımıyla işlenmeye başlanır. Derviş adayı, üstadının yardımıyla kendi cevherini farkedip kendisi işlemeyi öğrenince yalnız bırakılır ve cevher böylece işlenerek elde edilen ne varsa önce üstad ile paylaşılır. Tabiidir ki bu cevher işleme işi, cevherin gerçek sahibi ve o cevheri o toprağa veren Allah’ın (Celle Celâluhu) adı zikredilerek yapılır. Cevher bu yolla işlendikçe bereketi artar, elde edilen hasılat da artar ve kıymetlenir.

Mevlevîlik geleneğinde derviş çile doldurur, çilesini tamamlayınca “dede” olur. Çile doldurmak, her derviş için aynı süreyi  gerektirmeyebilir. Okuma yazmayı erken söken çocukların ikinci hatta üçüncü sınıftan başlatılması gibi, bazı dervişler de erken yol alabilir. Lâkin çilenin süresi ne olursa olsun derviş, çilesi boyunca nefsini arındırmaya çalışır. “Dede”lik mertebesine ulaşması, onun nefsinin arındığının alâmetidir.

Nefs arındıkça, cevher daha temiz ve kaynağına yakın hâliyle ortaya çıkar. Kimi dervişin cevheri sözdür, kimi dervişin ise ses. Kimisi yazar, kimisi söyler. Arınmış nefsin çıkardığı ses de söz de farklıdır… hal böyle olunca, arınmış nefsiyle “derviş” bestekârın bestesi de farklıdır, temiz cevherin yansımasıdır, arınmış nefsin bestesidir. Onun bestesi, sıradan bir bestekârın yaptığı besteye benzemez. Arınmış nefsiyle derviş, dünya nimetlerini umursamayan, yüzünü Rabbine çevirmiş, O’nu çokça zikreden ve O’na çokça şükreden bir kişidir artık ve her işinde O’nun rızâsını gözetir. Âdeta Allah’ta (Celle Celâluhu) fenâ olan bu kişinin her sözü, her ameli, her şiiri, her bestesi sanki kendinden değil Rabbindendir. Onun bestesi, bir şarkıdan, bir mûsikî nağmesinden ziyâde, bir nevî zikrdir… Rabbini güzel zikretmektir

Nefs arındıkça, şeytan uzaklaşır, Allah (Celle Celâluhu) kişinin kalbiyle arasına girer, nefs arındıkça, kötü işleri emreden nefs-i emmâreden sıyrılıp yukarılara doğru yükselir… kendini kınayan, aşağılayan nefs-i levvâmeyi de aşar… mülhimmeye ulaşır… cevheri işledikçe, zikri ve salih ameli artırdıkça, kendisinden çok başkasını düşündükçe huzur bulur, rahatlar, Rabbine yaklaşır, tatmin olur… sadece Rabbine yönelir ve O’dan başkasını düşünemez hâle gelir. Rabbinden râzı olur. Rabbinden râzı oldukça Rabbi de ondan râzı olur… bu mertebeleri geçtikten sonra da saflaşır, durulaşır, kemâle erer. İşte bu mertebeleri yürüdükçe cevherini eşeleyip ortaya koyduğu her şey, bulunduğu mertebenin sâfiyetine göre şekillenir, kıvamlanır.

Derviş çilesini doldurmaya başlamadan önce, adeta içi kurum kaplı, kurumdan neredeyse tıkanma noktasına gelmiş bir soba borusu gibidir. İçi kurum kaplı soba borusuna vurduğunuz zaman tok bir ses çıkarır. Derviş, çilesi müddetince tıpkı soba borusunun kurumlarının temizlenmesi gibi, nefsin kirlerinden arınır. Kurumları temizlenmiş metal boruya vurduğunuz zaman, borudan gerçek bir metal sesi çıkar. Bu ses, metalden mâmul borunun kendi “fıtrî” sesidir. Nefsin kirlerinden, kurumlarından arınan bir dervişin çıkardığı ses de, bu arınmadan dolayı, fıtrîdir, ilâhîdir.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Monteverdi ne Verdi? 07 Ocak 2018 | 172 Okunma Türk aydınlanmasının müziği ve Arel-Ezgi sistemi 17 Aralık 2017 | 1.524 Okunma Dârulelhân Sempozyumu’ndan Arel Sempozyumu’na 10 Aralık 2017 | 176 Okunma “Çello bilen aşçı aranıyor” 03 Aralık 2017 | 179 Okunma Rauf Yektâ Bey’i nasıl harcadık ! 26 Kasım 2017 | 340 Okunma