Seçim sonrası Trump’ın ABD’nin kurulu devlet düzenine kendini kabul ettirme çabası, inişli-çıkışlı bir seyir halinde sürüyor. Trump seçim sürecinde ortaya koyduğu başkan seçilmesi halinde takınacağı siyasi tutum ve benimseyeceği dış politika öncelikleri ve stratejisi açısından seçim sonrası kuvvetli gelgitler yaşadı ve anlaşılan o ki, yaşamaya devam edecek. Obama’nın ikinci döneminde daha belirgin hale gelen ABD sisteminin temel kodlarına sorgusuz tabi olma durumu, Trump için daha erken başlayabilir.
Bu noktada görünen o ki, Obama yönetiminde olduğu gibi Trump döneminde de ABD’nin PKK/PYD-YPG ile ilişkisi yapısal karakterini bozmadan sürdürecek. Bu durum yeni dönem açısından son derece sancılı bir sürece işaret ediyor. Uluslararası düzeyde hiçbir değerin geçerli olmadığı bir döneme sürükleniyoruz. Bu durum insanlık açısından kaotik bir atmosferin baskın karakteri altında hak, hukuk, adalet terazisinin devrilmesi anlamına geliyor. Açık açık bir terör örgütü destekleniyor. Ağır silahlarla donatılıyor. Dünyanın hak, hukuk, adalet konusunda örnek ve lider ülkesi olması gereken bir büyük güç, bir terör örgütüyle stratejik, organik bir ilişki içine hiç tereddüt etmeden giriyor. Üstelik tüm bunları müttefiki olduğu, NATO üyesi bir ülkenin ahlaki ve hukuki itirazlarına rağmen yapıyor. Ayrıca ABD açısından ne yaman çelişkidir ki; gerekçe olarak sunulan DEAŞ terör örgütüne karşı mücadele de ise bugüne değin askeri olarak sonuç alan en kararlı ve etkili mücadeleyi de bu müttefik olan ülke yapıyor. Bu durum bile tek başına ortaya koyuyor ki, temel gaye DEAŞ terör örgütünü ortadan kaldırmak değildir. ABD açısından öyle olsa Türkiye’nin bu konudaki kararlı mücadelesine destek olunur ve yeni bir stratejiyle bu mücadeleye katılarak bu örgütün varlığı ortadan kaldırılır. Ayrıca DEAŞ terör örgütü öncelikli olarak ve esas olarak ABD için değil Türkiye için tehdit. Üstelik yakın ve aktif tehdit. Tıpkı PKK/PYD-YPG terör örgütü gibi.