Çünkü sonunda rüzgârsız, yağmursuz sadece güneşli sıcak çiçeklerin art arda açtığı günler gelmişti işte. Çiçekli bahçelerin kuytularındaki örümcek ağlarından korkmadan geziyor, o renkten o renge kanat çırpıyorlardı. Herkes arı kadar güçlü değildi elbet; o ağlara takılan daha zayıf kanatlılar için bu yeni başlamış yaz az sonra bitecekti… hayat kendi devranını sürdürüyordu.
Üzerinde yaşamın ilk kıpırtılarının oluşmaya başladığından bu yana kurulmuş bu dengede insanoğlu nerede yer tutuyor? Bu denge insanın insan olmasında ne kadar etkili, insan bu dengeyi ne kadar bozdu veya pekiştirdi? Hâlâ da süren, iç içe geçmiş ve belli ki kıyamete kadar da geçmeye devam edecek bir sonsuz sarmal bu.
Hayat inançlar ritüeller adetler kurallarla kayıtlı ve insan olmak insan doğmakla yaratılmakla değil inşa edilerek elde edilebilen zor bir süreç.
Bayramlar da bütün bu zaman içinde insanın doğa ile ilişkisinde, bir diğeriyle karşılaşmasında, dünya üzerinde tuttuğu yerle, Yaratıcısıyla… ve daha nice soruya verdiği cevapla insan olmak mücadelesinin önemli bir parçası. Her bir bayramın kendi inanç ve gerekçesi üzerinden yapılmış, yazılmış, tartışılmış, kararlaştırılmış yeri, önemi, bireysel ve toplumsal kurumsallığı çoktandır oturmuş tarih içinde. Bir günün diğerine benzemediği bir dünyada bayramlar da şüphesiz birbirine benzemiyor ardı sıra sıralansalar da. Yaşanışları, algılanışları, pratik karşılıkları değişiyor yıldan yıla.
Bütün bunlar olur ve geçer. Engellemek de mümkün değil değiştirmek de.
Hayat böyle akar.