İsterdim ki 1945’ten sonra yani tam yetmiş iki yıldır Avrupa’da şöyle ağız tadıyla birbirine sınır meseleleri nedeniyle giren birkaç ülke olsun. Belçika’yı paylaşma isteseydi mesela Almanya ve Fransa.
Ya da Finlandiya’ya girmek üzere işaret bekliyor olsaydı Rus ordusu. İngiltere İrlanda’yı tekrar işgal, İtalya Ege’deki adalarını yeniden Yunanistan’dan almak için planlarını iyice olgunlaştırmış olaydı.
Yapmadılar. Yapmıyorlar.
Umudumu yitirmek üzereydim ki İspanya’da Katalanların bağımsızlık talebine polis baskınıyla cevap verilmesi içimi rahatlattı biraz. Yoksa tırnaklarımı yiyerek bu taraftaki haritalara bakmaya devam edecektim. Yaşasın İspanyol merkezi hükümeti. Yaşasın İspanyol federal polisleri. Belki böyle böyle Cebelitarık için de Londra’yla birbirlerine girer Madrid. “Olacak şey mi, iki bin üç yüz kilometre öteden gelip kendi topraklarımız üzerinde kontrol sahibi olması şu İngilizlerin canım?” diye düşünmüyorlarsa ben de ne olayım…
Gül savaşları, Otuz Yıl Savaşları, Yüz Yıl Savaşları, Haçlı Seferleri, biri sonunda atom bombası bile kullanılan iki dünya savaşı derken yetmiş iki yıldır aralarındaki çelişkileri birbirlerine savaş açmadan çözmenin yolunu bulmuş; uzaklardaki topraklara taşımış; sömürge sahipliği itişmelerini, dünya patronluğunu kapma meselelerini silahsız çözmüş bu Batı ne düşünmüş ne yapmış nasıl yapıyor diye kıyas yapmaktan kurtuluyorum böylece.
Haritaya kederle bakarken Sudan, Mısır, Libya, Somali, Yemen, Irak, Suriye yakında sıraya giren diğerleri göze çarpıyor önce ister istemez. Hepsi halkları büyük çoğunlukla Müslüman topraklar. Hepsi birbiriyle olmadı kendi içinde savaş içinde veya savaşmaya hazır.