Geçtiğimiz hafta bir dolar rekor üstüne rekor haberleriyle
gündemdeydi bir de Ortadoğu'daki gelişmelerin hızı.
Özellikle Halep…
Neredeyse her gün Halep'te muhaliflerin birkaç yerleşimi daha
kaybettiklerinin haberleri düştü, düşmeye devam ediyor
ajanslara.
2009 Ramazan Bayramı'nda dönemin Genelkurmay Başkanı İlker
Başbuğ'un gazetecilerle yaptığı sürpriz Sınırtepe Hudut Karakolu
ziyaretinde bizleri taşıyan helikopter sınır üzerinde uçarken
topraklar üzerindeki kesintisizliği de çıplak gözle tepeden
görmüştük.
Benzer renkte bir arazi, her iki tarafta da birbirinin kopyası aynı
kasabalar, birbirinin tıpkısı evler, aynı ustaların biçimlendirdiği
tek tip mimarî…
Ama 20. yüzyılın başında böyle bölünmüştü işte Türkiye ile Suriye
ve bu suni bölünmüşlük belki bütün sınırlar için geçerliydi zaten.
Kilis veya Hatay'a gidenler karşıya geçilebiln yıllarda her şeyin
neredeyse dilden kıyafete yemeğe çarşıya kadar benzerliğini
görüyordu. Halep'in sizi ilk karşılayan lokantasında pürüzsüz bir
Türkçeyle konuşan Ermeni sahibi bütün tarihin ortalamasıydı
belki.
Şimdi o lokanta var mı, o lokantacı yaşıyor mu bilmiyorum.
Halep'in, o, sınırın bu tarafından daha fazla Osmanlı kokan
atmosferinin yerinde ne kadar yıkıntı ne kadar bomba izi ne kadar
kan ne kadar ölüm var herkesin malûmu…