İstanbul'da peş peşe kahve kafe dernek taranmaya başlayınca
insan dikkat kesiliyor ister istemez.
Öyle laf olsun diye de değil, insanlar ölüyor bu saldırılarda.
Ölmese de bir anlamı var gerçi.
1995'te yedek subay olarak askerliğimi yaparken tugaya gelen tek
Yeni Şafak'ı okuyacak vaktim çoktu.
O zaman fark etmiştim, ara sıra ama mutlaka düzenli olarak askeri
bir tesis veya birliğin bahçesine kapısına manasız gibi görünen
ufak tefek patlayıcılar atıldığı haberleri çıkardı küçük küçük.
Belki kesip biriktirmeye başladım hatta gazetecilik
refleksiyle.
O zaman internet falan yok, neredeyse daktilo terk gitmişim askere
zaten.
O kuşak ve öncekiler iyi bilir bir müddet sonra o gazete
kesiklerinin nasıl bir yük olduğunu, karı koca kavgalarına bile
sebep olduğunu hatta.
Refah Partisi 1994 yerel seçimleriyle İstanbul ve Ankara
büyükşehirleri başta olmak üzere büyük başarı kazanmış, ülkenin en
önemli gündem maddelerinden biri olmuştu.
Ama o küçük gazete haberlerindeki manasız tuhaf sonucu olmayan ses
bombası tarzı veya hatta hiç infilak etmemiş patlayıcılara bir
anlam veremiyordum.
Disiplin Subaylığına vekalet ettiğim için dışarıyla işimiz olurdu
ara ara.
Komşu Kartal'daki zırhlı tugayın kendinden ünlü bir cezaevi vardı
mesela, ender de olsa oraya tutuklu götürürdük.
Cezaevi ünlüydü çünkü Mahir Çayan ve Mehmet Ali Ağca buradan firar
edebilmişti akıl almaz şekilde. Ama tugayın içindeki kocaman
mescitte isteyen vakit ama çoğunluk Cuma namazlarını kılardı
meselâ.
Bizim tugayda da böyle şeyler sorun değildi.