Serçeler yolları kaplamış. Bu ara özellikle İç Anadolu'da
seyahat ederseniz görürsünüz, arabalarla paylaşıyor serçeler bütün
o asfaltları. Çünkü her yer kar. Her yer bembeyaz. Yiyecekleri bir
şey kalmamış üzeri örtülmeyen. Kamyonların kasasından dökülen
danelerin peşindeler şimdi.
Sonra serçe cesetleri yollarda hep. Ekmeğinin peşinde koştururken
en az yüz kilometre hızla giden araçlardan kaçamıyor hepsi. Hafta
sonu gidiş geliş toplam yedi yüz elli kilometre yol boyunca kaç
serçe ölüsü saydım bilmiyorum. 39 mu? Kim bilir…
Kamyonlar TIR'lar özel otomobiller otobüsler ve serçelerdi bütün
yolun yolcuları.
Hep beraber o uzun uçsuz bucaksız ufuk çizgisiyle birleşip dünyayı
yabancı bir gezegene benzeten yollarda bir yerden bir yere
çoğunlukla da ekmek parasının peşinde, payına düşen ömrünün o an
elindeki parçasını yaşanmaya değer kılmaya çalışıyorduk.
Kuşlar ölüyordu.
Hangisinin gagasında bir buğday tanesi ya da rüzgârın sürükleyip
getirdiği bir minik parçası vardı acaba can verirken…
Dönüş yolunda da farklı değildi hiçbir şey. Bozkır baştan ayağa
bembeyaz, içinde kıvrılan simsiyah otobanları yollarıyla kar
altındaydı yine.
Yolların yolcuları değişmemişti yine.
Güneşin arada kendini gösterdiği sahteliği eksi bilmem kaç
derecelik soğuk için tamamen yalandı.
Bir yerden bir yere ulaşmaya çalışan araçlar ve içinde insanlarla
onlardan kaçarak açlığını bastırmaya çalışan serçelerdi geriye
kalan.
Giderken kurtulmak istediğimiz kan revan içinde bir yıl dönerken
yılın ilk katliamının radyo haberlerindeki detayları vardı eşlik
eden matem sessizliğinde.