Zafer Çarşısı'nın içi hatırladığımdan ne kadar çok farklı artık. Merdivenlerin dibindeki oyuncakçı aynı, resim salonu duruyor. Gerisi pek yabancı. Kışın ünlü Ankara ayazında sığındığımız iki çaya zor para yetiştirdiğimiz yıllarda herkesi sivil polis zannettiğimiz yıllardaki ne kokusu ne ışığı kalmamış. Kitapçıların sattığı kitaplar da cezbetmiyor. Zerre merak duymuyorum bir zamanlar seyretmeye doyamadığım yeni tabloların sergilendiği o salonda şimdi ne olduğunu.
Dışı içinden beter bir düz beton. Güzelim fıskiyeler yok. Gökhan'la otursak karşısında sağa mı dönüyor sola mı diye saatlerce kahkahalar atsak kendimizle eğlenerek yarım paket Birinci'yle… kalmamış hiç biri ne havuz ne yeşillik ne fıskiyeler…
Karşısındaki Zafer Parkı duruyor eğer buna durmak denirse. “Çimensizleştirilmiş” parkta yine okulu asmış sigaralarını yakmakla meşgul liseliler var. Neyi niye beklediğini anlamanız mümkün olmayan tek tük insanlar bankta yine. Yolun karşısındaki o bir zamanların ünlü pasajındaki dükkanlardan birinde alıp sonra benim pek de zevkime uygun olmayan şiirlerle dolu olduğunu görüp hayal kırıklığıyla bir daha dönmediğim Neruda'nın kitabını hatırlamaktan başka bir iz bırakmıyor Zafer Parkı.
Hangi hatıralarda vardı bilmiyorum, Talat Aydemir buralarda falan banklara oturup açık açık anlatırmış nasıl darbe yapacağını gazetecilere. Yenişehir'de Bir Öğle Vakti geliyor insanın aklına. Finalde devrilen ağaç ve altında kalan işçinin darbeyi simgelediğini kitabı okurken hiç anlamadığıma hayıflanmam geliyor sonra.