Çocukken tanıştığım bir kalıptı “toptan ve perakende”.
Dükkân sayısı azdı, çoğunda rastlardınız metal levha üzerine el işçiliğiyle yazılmış genellikle standart renklere sahip bu tabelalara.
Sonra dükkânlar azalmadıysa da değişti. Perakendeciler doldurdu çevremizi. Toptancılar kaybolmadı elbet; kendilerine ait sitelere çekildiler iyice. Modern hayat, şehirleşme, tüketim biçimlerinin değişimi sessizce bu ayrımı derinleştirdi.
Hiç mi kalmadı? Kaldı tabii ki. Şehrin eski, asıl, tarihi yerleşimlerinde hâlâ “toptan ve perakende” satış yapanlar var. Ankara'da Hacı Bayram'la Çıkrıkçılar Yokuşu ve civarı yani eski şehir yani Ulus'ta rastlarsınız meselâ. Kendi şehrinizde nerede “toptan ve perakende” satış yapılıyorsa ya aslında şehrin tarihî çarşılarıdır ya o çarşılardan şehrin kıyısına, aynı işi yapanlarla beraber bir siteye sürgün edilmiş olanlardır.
Kent hayatımıza perakendeyi ne kadar soktuysa algılarımızı o kadar toptancı hale getirdi. İletişim hızlandıkça toptancılık da arttı. Herkes kendi mahallesinin malını satmak, kullanmak, övmekle meşgul. Gittikçe kısır döngüye dönüşmüş bir durum bu.