MEKKE. Arafat Hacc’ın özü. Hac Arafattır.
Arafatta durulan vakfe, sergilenen duruş, o yakıcı güneşin altında milyonlarca insanın kefen gibi ihramlarıyla sergiledikleri temsil dünyada eşi benzeri olmayan bir hadise. Eşi benzeri olmayan bir hadise olsun diye ortaya konmuyor üstelik bu temsil. Sadece aldıkları davete her yıl koşa koşa gelen milyonların hiçbir gösteri ve gösteriş amacı taşımadan sergiledikleri temsil üzerine ciltler dolusu felsefe, tonlarca edebiyat ve yığınla bilimsel analizler yapılabilir. Böyle bir görüntü elde etmek için yapılsa, o meşakkati, o zorluğu göze alarak dünyanın her tarafından bu kadar insanı kimse böyle bir yere getirip o sahneyi, o sahneleri canlandıramaz. Hz. İbrahim’le başlayan bu hadise, en azından Mekke’nin Fethinden itibaren hiç aksamadan her yıl aynı menasikle, aynı heyecan ve repliklerle olağanüstü tabiilikte sahneye konuluyor.
Bu sahnede her insanın hem temsilin baş aktörü olmak hem de bütün benliğinden sıyrılarak, hatta bedeninde bile geçerek bir hiç olduğunu idrak etmek gibi görünürde zıt iki rolü var. Herkes yaratıcı yüce Allah tarafından ilk derecede muhatap alınır burada. Herkes birinci sınıftır. Herkes Allah’ın halifesidir. Her bir şahıs Alemlerin rabbi olan Allah’la doğrudan “tek” olarak, hiç kimse kalmasa da O’na “Müslüman olanların ilki” olmak üzere bir sözleşmeye girer. Allah’la sözleşmenin bütün ağırlığını her bir şahıs kendi bireysel varlığında hisseder. Allah’la hiçbir aracı olmaksızın, doğrudan muhatap olmanın yüklediği bireysel kalite en üst düzeye çıkar.
Burada herkes dünyanın merkezine oturacak kadar, Allah’la sözleşmenin sorumlu ve irade sahibi bir tarafı olacak kadar önemlidir. Sözleşmenin bütün sorumluluğuna tek başına sahiptir her bir insan teki. Birilerinin araya girip, kendilerini Allah’a daha yakın gösterip kullarına komisyonculuk yapmasına imkan yok burada. İşte herşey ayan beyan ortada. Tevhid bütün açıklığıyla her bireyin vicdanına, aklına, kimliğine ve kişiliğine arz edilmiş durumda. Kimsenin bu ortamda kimseye aracılık yapmasına ihtiyaç yok.
Allah zaten bize şah damarımızdan bile daha yakın, bunu biliyorduk. Arafat’ta şu bilince de ulaşıyoruz ki, biz de insan olarak Allah’a, bizi yaratan ve bizi bizden çok iyi bilen o yüce Varlığa çok yakınız. Dua etmek istediğimizde O’ndan, ama sadece O’ndan isteyeceğiz. Kimse bize O’ndan daha yakın, kimse bize O’ndan daha merhametli, kimse bize O’ndan daha şefkatli, daha aşina değildir.
Diğer yandan temsil ettiğimiz bu rolün ihramla iyice sergilenen bir başka boyutu bir taraf olarak Allah karşısındaki hiçliğimiz. Hac Arafat ise, ihram Arafat’ın olmazsa olmaz kostümü. O kostüm içinde Allah’a taraf olacak kadar önemli olan, bir birey olarak sorumluluğunu müdrik olan aktör bütün benliğinden sıyrılıyor. İhram sadece herkesin bir disiplinle tek tip kıyafeti temin etmek üzere farz kılınmış bir kıyafet değil. Haddi zatında o bir kıyafet de değil. O dünyada edinmiş olduğumuz bütün bireysel farklılıklarımızı gideren bir düzeydir. Hepimiz Allah’tan geldik, bir tarağın dişlileri gibi birbirimize eşit olarak.