Avrupa'nın insanlığa ait değerleri yeni bir ambalaja sarıp
dünyaya “Avrupa Değerleri” diye satışı sömürge-sonrası diye
nitelenen dönemin bir özelliğidir. Bu dönemde Avrupa-merkezci bir
yaklaşımla batı-dışı insanlığın geçmişinin neredeyse her türlü
insani değerden yoksun olduğu izlenimi bile verilir. Batı-dışı
dünyanın geçmişinde de kayda değer bir şey yoktur. Ne insan hakları
vardır ne bilim ne rasyonalite ne demokrasi ne sivil toplum ne
çokkültürlülük ne de başka iyi bir şey.
Oysa bütün bu değerlerle, kurumlarla, toplumsal özelliklerle ilgili
her toplumun öyle veya böyle kendi tecrübesi vardır, ama var
olduklarını kanıtlamak için ihtiyaç duydukları bir batılı
ambalajdan yoksundurlar. Çokkültürlülükle ilgili İslam dünyasının
tarihi ile Avrupa'nın karşılaştırmalı tarihine kısa bir dokunmuştuk
mesela.
Avrupa'da yakın zamana kadar aynı dinin iki mezhebinin birbirine
tahammül edemediği dönemde İslam dünyası 72 milleti bir arada
yaşatıyordu, ama “çokkültürlülük” diye bir süslü ambalajı yoktu bu
muhteşem ayarın.
Avrupa'nın o kendi iç savaşları, iç kırımları kendisini bir çözüm
formülü olarak laikliğe götürmüştü. Laiklikle ilk anda amaçlanan
toplumsal barışın tesisi ve dinlerin birbirlerine üstünlük kurmadan
bir arada yaşayabilmelerinin teminiydi. Avrupa'da o günün şartları,
siyasetin bu şekilde bir örgütlenmesini arıyordu ve bu şartı kabul
etmek durumunda kalan din mensupları aslında kendi dini
tutarlılıkları açısından bunda bir sakınca görmeyecek
durumdaydılar. Çünkü temel öncelik artık istikrarlı ve güvenli bir
ortamda hayatta kalmaktı.
Bu durumda laiklik, dinden bir uzaklaşma değil, her dinin kendi
içinde gerçekleşmiş bir tür içtihatla üretilmiş yine dinsel olan
bir çözümdü. Nitekim, siyasi bir düzenleme olarak kabul edilmiş
olan laiklik dindarları dinden uzaklaşmaya veya dindarlar üzerinde
bir baskı gerektirmiyordu.
Fransa'nın bilahare benimseyeceği laiklik istisna idi. Orada
laiklik tam da bu arayışın sonucu olarak ortaya çıktığı halde,
kendisi bizzat alternatif bir din gibi aradan sıyrılıp kendi
felsefesiyle, kendi inançlarıyla diğer bütün dinleri baskı altında
tutan bir yaklaşıma dönüştü. Buna karşılık diğer Avrupa
toplumlarında siyasi bir çözüm olarak gelişen laiklik dinlerin de
ortak kararıyla ve dinlerin hem birbirleriyle hem de kendi
içlerindeki barışı temin ediyordu. Bu açıdan, Avrupa'nın siyasi
laikliğinin toplum düzeyindeki sekülerleşmesinden bağımsız ele
alınması gerekiyor.